Aile gerici erkek egemen sistemlerin yapı taşlarından en önemli dayanaklarından birisini oluşturur. Sistemin korunup beslenmesinden, ideolojik-politik olarak yeniden ve yeniden üretilmesinde önemli bir işlev görür. Bu süreçte ataerkil sistem, erkeğe; ailenin gardiyanı, sistemin işbirlikçisi, ajanı ve bekçisi olma görevi verirken; kadına ise varolan sistemi, aileyi üreten, besleyen, yenileyen, yeniden üretimini sağlayanı ve sistemin yüklerini taşıyanı olma görevi görev ve sorumluluğunu verir.
Yine tüm geçici sistemler bilirler ki kendilerini -yani sistemlerini- koruyabilmek için geleneksel ataerkil aile yapısını da korumak zorundadırlar. Bunun için de kadının toplumdaki geri, ikincil konumunun, “iyi bir eş, anne, bakıcı” olma özelliklerinin korunması, erkek lehine olan öğretilmiş, cinsiyetçi toplumsal cinsiyet rollerinin sürekli pekiştirilmesi ve yeniden üretilmesi gerekir. Bunlar beslenip korunmadığında ailenin de sistemin de bel kemiği çatırdar, kırılır. Burada temel halka ailenin korunması ve sistemin üretilmesidir. Elbette döneme, koşullara, siyasi atmosfere paralel, egemen sınıflar çıkarına uygun olarak aileye “demokrat” ya da “muhafazakar” vb. biçimlerde kendi iktidarlarının rengini vermekten de geri durmazlar.
Ülkemizde de egemen sınıfların AKP’de vücut bulan muhafazakar İslamcı kliği, iktidara geldiği 2002’den bu yana aileye kendi renklerini vermeye çalışırken aileyi güçlendirmekten de geri durmamışlardır. Kadını ise aileye mahkum kılarken ailedeki eşitsiz ikincil konumunu pekiştirip güçlendirmişlerdir. Bir taraftan ailenin yeniden üretimi ve bakımı işlerini kadının omuzlarına yıkarken diğer taraftan da değersizleştirdikleri emeği sermaye için ucuz, esnek ve güvencesiz işgücü olarak sunmaktan geri durmamışlardır. Özcesi, diyebiliriz ki AKP kliği, 16 yıllık iktidarı boyunca kadının bağımsız kimliğini yok saymış, onu haklarıyla birlik özgür, eşit, sınırlayan, sadece aileyi kutsayan, güçlendiren bir politika izlemiştir.
Ailenin, erkek egemen sistemin korunmasındaki rolü ve öneminden dolayı boşanmalar ve ailelerin dağılması, aile için ayrı bir tehdit oluşturur. Bugün ülkemizde de siyasi, ekonomik, toplumsal bir dizi nedenden bağımsız olmamakla birlikte boşanmaların hızla arttığını görüyoruz. Sadece 2007-2017 arasındaki 10 yıllık verilere baktığımızda evlilik oranı tüm teşvik, destek ve çocuk evliliklerine rağmen yüzde 10.7 oranında azalırken, boşanma sayısının ise yüzde 37.3 oranında artmıştır. Yine TUİK verilerine göre Türkiye’de 2017 yıl sonu itibari ile 22 milyon 200 bin aile bulunuyor. Ve 2016 yılında yüzde 66.4 aileden oluşan hane halkı oranı, 2017’de yüzde 66.1’e düşmüş durumda. Bunda ise bir taraftan evlilikler artarken, daha hızlı bir şekilde boşanma oranlarının da artması önemli bir etken olarak gösterilebilir.
Tam da artan boşanmalar, dağılan aileler erkek egemen faşist sistemin temellerini zayıflattığından dolayı egemenler önlem alma ihtiyacı duyuyorlar. Erdoğan “evlenin”, ”üç çocuk yapın” diye bağırıyor. Bunun için bir taraftan aileyi kutsarken çocuk evliliklerinin de önünü açıyorlar. Yasal düzenlemelerle orta öğretimde 18 yaş altı evliliklerin aile ve hakim izniyle uygulanmasını yasalaştırıyorlar. Üniversite öğrencilerini “çeyiz yardımı” gibi maddi destekle evliliğe teşvik ediyor, özendiriyorlar. Resmi nikah yerine; çocuk evliliklerinin önünü açacak, çocuklara yönelik taciz, tecavüz gibi istismarların üzerini örtecek dini ritüellere uygun imam ve müftülere nikah yetkisi veren, hatta belediye nikahlarının masraflarını arttırıp, imam ve müftü nikahlarını ücretsiz hale getirerek, zorla evlenmelerin önünü açıyorlar.
Boşanmaların önüne geçmek için ise “aile ombudsmanlığından “uzlaştırma” kurumlarına, aileyi koruma ve güçlendirme programlarına, ailenin “sosyal refahının arttırılması”na yönelik eğitim programlarına, “aile değerlerini”, “kuşaklar arası ilişkiler”, “öfke kontrolü” gibi psiko-sosyal eğitim ve rehabilitasyon uygulamalarını yaşama geçirmeye çalışıyorlar.
Kuşkusuz tüm bu politikalar egemenlerin kadına yönelik bakışını ve kadın politikalarını belirleyen bir yerde duruyor. Kadını aile ile sınırlayan, iyi bir eş, anne, bakıcı” olma rolü biçen ve sermaye için ucuz, güvencesiz, esnek işgücü olmakla ve sermayeye yeni ucuz işgücü doğurup yetiştirmekle sınırlayan bir yerde durduğunu görmemizi sağlıyor. Tüm bu özellikleri AKP kliğinin (ve egemenlerin) 2019 programında da görebiliriz.
CUMHURBAŞKANLIĞI 2019 PROGRAMI VE İKTİDARIN KADINLARA GELECEK VAADİ!
24 Haziran sonrası resmi olarak “başkanlık” sistemine geçilmesiyle birlikte AKP hükümet programı yerine 2019 yılı Cumhurbaşkanlığı yıllık programını (28 Ekim 2018 tarihli resmi gazete) yayınladı. 303 sayfadan oluşan programın; ekonomi, sanayi, eğitim, sağlık, ulaştırma, çevre vb. gibi birçok ayağı bulunsa da kadın, aile ve çocuklarla ilgili bölümleri bizim konumuz. Ve bu alandaki düzenlemelere baktığımızda özünün kadın ve çocukların değil, ailenin korunması ve güçlendirilmesi hedefinden oluştuğunu görüyoruz.
Programda kadın yine aile ile sınırlandırılıp, çevrelenirken, ücretli ve ücretsiz emeğinin sınırsız sömürülmesi planlarından da vazgeçilmiyor. Kadına esnek, güvencesiz, kayıt dışı çalışması dayatılırken “esneklikle güvence arasında denge sağlanması” ibareleriyle kadınlar bu çalışma koşullarına ikna edilmeye çalışılıyor. Kadınların işgücüne katılımının önündeki en önemli engellerden olan kurumsal çocuk bakım hizmetlerinin yetersizliği programda belirtilse de buradaki devletin rolü, sorumluluğu, kamu hizmeti sunma zorunluluğu gizlenip, görünmezden gelinerek “özel sektör teşvikleri” alternatif olarak sunuluyor.
Yine programda sistem ve aile için en önemli tehditlerden biri olarak görülen boşanmalara da değiniliyor. “Boşanmaların nedenlerinden biri erken evlilikler” denilerek, erken ve çocuk evliliklerinin önünü açan düzenlemelerini yapan kendileri değilmiş gibi “erken evliliği önlemek için de erkekleri de kapsayacak farkındalık çalışmaları yaygınlaştıralacak” deniliyor. Boşanmaların nedenleri arasına “erken evlilikler” yerleştirilirken, boşanmaların en önemli nedenlerinden olan krizlere, geçim sıkıntısına, kadına yönelik şiddete ise değinilmiyor. Bunlar görmezden gelinerek gizlenmeye çalışılıyor.
Boşanmalara çözüm olarak ise aile danışmanlığı, uzlaştırma mekanizmalarının geliştirilmesi vb. sunuluyor.
Kadına yönelik şiddete karşı en önemli araçlardan olan kadın sığınma evlerinin arttırılması hedefi iki yüzlü bir biçimde “kadın konukevlerinin çoğaltılması” biçiminde eklenmiş olsa da gerçekte devlet bu görevini yerine getirmiyor. İmzacı olduğu CEDAN gibi uluslararası anlaşmalardaki taahhütlerinin aksine bugün Türkiye’de olması gereken kadın sığınma evlerinin yarısı dahi bulunmuyor.
Programda aile içindeki sorunların çözümünde; aile üyelerinin etkili iletişimi, krizle baş edebilme, öfke, saldırganlık, problem çözme gibi esasta erkeğin yarattığı ve genelde de kadının mağdur olduğu sorun ve durumlarda hiçbir ayrım yapılmadan “destek hizmetlerinin sürdürüleceği” belirtiliyor. Erkek egemenliğinin, erkek şiddetinin önlenmesine yönelik caydırıcı hiçbir önlemden, adımdan ise bahsedilmiyor.
Kadınla erkeği eşit görmeyen, eşitliğin kadının fıtratına uygun olmadığını belirten, sıkça dillendiren gerici zihniyet ve sahipleri programda aile içinde kadın ve erkeğin tam hak eşitliğini elbette savunmuyorlar. Aileyi şirket gibi gördükleri için “Aile içi ilişkilerde eşitlikçi ve katılımcı yaklaşım desteklenmelidir” diyorlar.
Özetle 2019 Cumhurbaşkanlığı programında kadına dair yeni bir şey bulunmuyor. Kadının yaşadığı baskı, şiddet, sömürü, yoksulluk, yok sayılma ve bağımlılığın devam edeceği taahhüt ediliyor. Kadının yerinin yine aile sınırlandırılacağı, evin dört duvarı arasında hapsedileceği, ücretli ve ücretsiz emeğinin sömürüleceği, güvencesizliğin ve geleceksizliğin dayatılacağı belirtiliyor. Yaşadığı baskıya, şiddete, zulme ve sömürüye itiraz ettiğinde ise önce “arabulucular”ın, “uzlaştırma kurulları”nın devreye gireceği, işte, okulda, ailede, sokakta vb. yaşadığı şiddet, tacizi tecavüzlerde boşanmalarda, çocuk evliliklerinde… Yani hayatın her alanında şiddet uygulayan, taciz, tecavüz eden erkekle, erkek egemen devlet ve sistemle “uzlaşma”sının dayatılacağını görüyoruz. “Uzlaşma”ya yanaşmayanlara ise daha fazla baskı, şiddet, erkek ve devlet zorunun ve terörünün, katliamlarının dayatılacağını, uygulanacağını biliyoruz.
Ancak bu baskıların hiçbirine boyun eğmeyeceğiz. Bizle “uzlaşma”nın kadınlara dayatılan köleliğin devamı, bedenlerimizin, kimliklerimizin ve emeklerimizin yok sayılması, inkar ve imhanın devam etmesi devam etmesi demek olduğunu biliyoruz. Aileye prangalanmayı da açlığa, yoksulluğa, güvencesizliğe, örgütsüzlüğe, sağlıksızlığa ve eğitimsizliğe mahkum olmayı da kabul etmiyoruz. Erkek egemen devletlerde, sistemle de uzlaşmayacağız. Özgürlüğümüze ve geleceğimize sahip çıkmaktan da asla vazgeçmeyeceğiz.