Musa Orhan olayı istisna değil faşizmin, ezen ulus egemenliğini pekiştirmenin ve yeniden üretmenin bir silsilesidir. T. Kürdistanı’nda faşizmin savaş politikasından birisi de Kürt kadınlarına yönelik taciz, tecavüzdür. Kürt ulusal mücadelesini sindirmede katliam, asimilasyon, yok sayma ve acımasız bir imha yönelimi tüm coğrafyaya yayılmıştır. Ezen ulus egemenliğini sürdürmenin, yeniden üretmenin bir biçimi politik, kültürel, ekonomik baskı VE politikası ise diğeri de ezilen ulusun tüm değerlerini parçalama, onun üzerinde egemenlik kurma, sosyal-inançsal-cinsel kimliğini parçalama ve acımasız biçimlerle tasarruf hakkı edinme yaklaşımını benimser. Ulusal mücadelenin geliştiği, ulusal hareketin serpilip halk içinde kök saldığı ve savaşın tırmandığı son 40 yılda ise bu genel yaklaşım daha da kapsamlı bir hal almıştır.
Özellikle kadın kimliğine yönelik saldırılar savaş politikasının etkin bir parçası olmuştur. Bir yandan kadını köleleştiren her türlü feodal ve ataerkil ilişkiler olabildiğince güçlü desteklenip, kadınların ekonomik-sosyal-siyasal yaşama katılımı bu gerici değer yargılarıyla zincirlenirken bir yandan ise kadının cinsel kimliğine yönelik ezen ulus egemenliğinin hakimiyetini sağlayacak yaklaşımı sergilemiştir. Özellikle siyasallaşıp, mücadele içine giren kadınlara yönelik devlet kolluk güçleri, korucular ve itirafçılarla sürekli bir şekilde cinsel saldırılar organize etmiştir. Sokakta, meydanda, dağ başlarında, gözaltı ve hapishanelerde mücadeleci Kürt kadınları sistemli bir cinsel saldırıya maruz kalmıştır. Kadın kimliği bütünlüklü olarak fiziksel, psikolojik, duygusal, ulusal baskıya maruz kalmıştır. Ancak bunun da ötesinde T. Kürdistanı’nda faşist devlet taciz, tecavüz, kadına her türlü şiddeti doğal bir hak ve yönelim olarak koymuştur. Faşizmin kolluk güçleri için Kürt kadınını taciz etmek, tecavüz etmek, baskı ve şiddete maruz bırakmak aynı zamanda devletin egemenliğini, ezen ulus ayrıcalığını sürdürmenin ve korumanın bir biçimidir.
Musa Orhan, Batman’da 17 yaşında bir genç kadına defalarca tecavüz ederek intihara sürüklenmesini sağlayan devletin bir uzman çavuşudur. Devletin kolluk güçlerinin Kürt illerinde ezen ulusun ayrıcalıklı olduğunu gösterecek ve Kürt ulusunun “kölelik” şartlarında yaşadığını hissettirecek her türlü “özgürlüğü” ve “hakkı” vardır. Bu her türlü zor aygıtıyla, aşağılıyıcı psikolojik unsurlarla, duygusal ve kültürel baskıyla ve elbette kadın kimliğine yönelik saldırılarla hayat bulur. 3 yaşındaki Kürt çocuğu tokatlamakta, akıl sağlığı yerinde olmayan Kürdü gözaltına almakta, Kürt kadınına taciz ve tecavüzü devlet üniformasıyla hayata geçirmek de “normaldir”! Musa Orhan’ın gerçekleştirdiği tecavüz ve sonrasındaki devlet tutumu bunun net kanıtıdır.
Bütün kanıtlar ve belgeler Musa Orhan’ın tecavüzün faili olduğunu ispatlarken, gerici Türk şovenizmi olayı ele alırken her türlü iğrenç yüzünü göstermiştir. Tecavüze tepki koyan ama “üniformaya halel gelemesin” diyen Türk şovenistleri de, “kadın zaten o yolun yolcusuymuş” diye olayı meşrulaştıran ataerki-şoven kafada, “zaten ilişkileri de varmış” diyerek bu olayı devleti yıpratmak olarak gören savaş sevdalısı faşist kafada, “devletin itibarına zarar gelmemesi için yapsa da yapmasa da görevden uzaklaştırılsın” diyerek endişelerini ifşa eden “akil” alçaklıkta aynı paydaşlıkta buluşmaktadır. Bu paydaşlık İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Musa Orhan’ı koruyan politik iradesiyle, mahkeme ve savcıdan gelen yargı iradesiyle tahliye edilmesinde buluşmaktadır.
Musa Orhan arkadaşıyla yazışmasında cinsel saldırıda ne kadar başarılı olduğuna dair övünç duyan mide bulandırıcı diyalogları yanında; “sakın başını yakma” uyarısına karşı “sıkıntı yok almazlar daha önceden de deneyimim” var diyerek “üniformanın” kendisine T. Kürdistanı’nda oldukça özel bir koruma sağladığının bilincindedir. Nitekim Musa Orhan bu durumu tam olarak doğru bir şekilde öngörmüştür. En üst düzeyde, İç İşleri Bakanlığı düzeyinde koruma şemsiyesi Musa Orhan için açılmıştır. Daha öncesinden de deneyimi olan Musa Orhan değildir, bu konuda deneyimli olan devletin kendisidir. Bu deneyim sadece bir unsurunu korumaya yönelikte değildir. Bu bir siyasal tutumun korunması kollanmasıdır. Ezen ulus egemenliğinin her biçim ve düzeyde kendini yeniden üretmesinin, ataerkil egemenliğin kadının cinsel kimliğine yönelik saldırısını Kürt düşmanlığını da kullanarak en etkili şekilde hayata geçirmesinin sağlanmasıdır.
Musa Orhan bir devlet politikasının en dipteki temsilcisi, uygulayıcısı ve yeniden üretmesinde sadece dişlinin bir parçasıdır. Jandarma Genel Komutanlığının Musa Orhan’ı ihraç etmesi ise kamuoyu tepkisinden ve “şerefli ordunun zarar görmemesi” kaygısından kaynaklanmaktadır. Ancak Musa Orhan gerçekleştirdiği cinsel saldırıda oldukça bilinçli, öngörülü ve alması gereken biçimi almış “Türk ordusunun bir erk”idir. Bu bir şekilleniştir. Erkek egemen anlayışın ezen ulus ayrıcalığıyla ezilen ulusa karşı bir konumlanışı, devletin Kürt kadını karşısında bir temsilidir. Bu kadar açık ve nettir.
Bu anlamda sorunu münferit bir mesele olarak göremeyeceğimiz gibi, sadece erkek egemenliğinin cinsel saldırısı ya da sadece Kürt ulusal kimliğine yönelik bir yan olarak da ele alamayız. Bu erkek egemen anlayışın ezen ulus ayrıcalığıyla ve egemenliğiyle kaynaşmış, faşist diktatörlüğün özel savaş politikasının en iğrenç, en bayağı ve en çürümüş biçimidir. Mücadelemizi bu odağa yöneltmeli ve kavgamızı büyütmeliyiz.