İlkel komünal toplumun son bulması, özel mülkiyetin doğuşu, çok eşlilikten tek eşliliğe geçiş, sınıflı toplumların oluşması sürecinde ezen-ezilen sınıfların da karşı konulmaz mücadelesi de başlamıştır. Özel mülkiyetin doğuşu ile ilk yenilgisini alan kadınlara ise ezilenin ezileni, ikinci cins ve ilk köle olarak satılan insan olma payı düşmüştür. Bu durum bütün sınıflı toplumlarda (köleci, feodal, kapitalist…) süregelmiştir. O günden başlayarak erkek egemen devlet en geri tortusu olan yoz, şiddet yüklü kültür ve yasalarını kadınları kimliksizleştirmek için devreye sokmuştur. Yaşadıkları bunca zulmün, bunca acının kendi “kaderleri” olduğunu öyle kanıksamışlardır ki kendilerine ait olmayan yaşama boyun eğmişleridir.
Devlet tarihsel rolünü oynamış kendi varlığının en küçük yapı taşı olan aileyi kadını kimliksizleştirip eve hapsederek ve zor kullanarak garanti altına almıştır.
Kurulduğu günden bugüne kadar zor aygıtını devreden çıkarmayan, kendinden olmayanın sırtında daima hissettiren egemenler kadına yönelik her türlü baskı, sindirme, yok etme politikasını meşru görmektedir. Kadınlar şiddetin en katmerlisini boyutlu bir şekilde yaşamaya devam etmektedir. Her gün burjuva medya da dahil günlük kadına yönelik tacizin, tecavüzün olmadığı, kadınların katledilmediği haber izlemiyoruz. Çıkan haberlerde katledilen hemen her kadının can güvenliğinin olmadığına dair devletin ilgili organlarında kaydı olduğunu öğreniyoruz. Yetkililer önlem almadığı için bedelini kadının canı ile ödediği, katilin ise korunduğu aşikardır. Kadın ölüme, tacize ve tecavüze terk ediliyor. Erkek koruyucu yasalar kadınları korumayı bir türlü beceremiyor.
Siyasi ve ekonomik dibe vuran iktidar; Covid-19 salgını ile birlikte günü kime saldırsak da kurtarsak senaryoları yazarak geçirirken ezilen halk kitlelerinin ise kazanılmış bütün haklarını elinden alıyor. Evine ekmek götüremeyenle dalga geçerken kıdem tazminatını gasbedip kısa çalışma ödeneği ile her gün işe giden işçinin hem maaşına hem de SGK prim gününe el koyuyor. Nereye gittiğini bilmediğimiz özel tüketim vergileri ve en temel ihtiyaçlara yapılan günlük zamların altında kalanlara ise sabredin deniliyor. Böylesi ekonomik kriz dönemlerinde yedek iş gücü olarak görülen kadın ilk gözden çıkarılan oluyor. Evine ekmek parası getiremeyen “koca” bunun acısını kadından çıkarıyor. Ekmeğin dahi zor girdiği evde “Akşama ne pişirsem?” sorusu kadının beyninde sürekli yankılanıyor. Kadın açlık, şiddet, işsizlik sarmalında dönüp duruyor.
Girdikleri çıkmaz sokaktan geri dönmek için önlerine çıkan bütün “engelleri” temizlemeye çalışan egemenler en küçük hak aramanın dahi önünü kapatıyor. Kadına yönelik her türlü şiddetin dolu dizgin yol almasına göz yumuyor. Kadınların en küçük haklarına dahi sahip çıkması en ağır şekilde bastırılıyor. Kimliğine, emeğine, toprağına, suyuna, hak gasplarına karşı başkaldıran ve isyan eden kadınlar copla, kelepçeyle, gazla “terbiye” edilip sindirilmeye çalışılıyor.
Yazılan cümlelerin hiçbirine yabancı değiliz. Belki onlarca, yüzlerce defa yazıldı ve okuduk. Belleğimizin bir köşesine kadınların katmerli sömürülüşünü, tarihsel yenilgisiyle birlikte “dünyalarının ev olduğunu” kazıdık. Belleğimizin diğer köşesine ise kadının kurtuluşu için ödenen bedelleri ve mücadeleleri kazımalıyız. Unutmamalıyız Dominik Cumhuriyeti’ndeki Trujillo diktatörlüğüne karşı 31 yıl (1930-1961) verilen amansız mücadelede hafızalarımızda yer edinen Mirabel kız kardeşleri. Diktatörlüğün askerleri tarafından tecavüz edilip katledilen Patria, Menevrave ile Terasa’nın diktatörlüğe karşı başlattıkları isyanın onlar katledilse de diktatörlüğün sonu olduğunu, onların anısına dünyada her yıl 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü ilan edildiğini.
Egemenler yüzyıllardır yürüttükleri kadın politikaları ile kadınların belleklerini zifiri karanlıklarıyla doldurmayı görev olarak koymuşlarsa önlerine kadınlarında zifiri karanlığa ışık olacak direngen tarihi var. Belleklerimizdeki bizi hiçleştiren, köleleştiren toplumsal rolleri silip direnç yüklü mücadele ve isyan bayraklarını ellerinden düşürmeyen ve yaşamın her yerinde ben de varım diyen kadınların izlediği yol özgürlüğe götürecektir bizi. Mirabel kardeşlerin de dediği gibi:
“Belki de bize en yakın şey ölüm; fakat bu beni korkutmuyor, haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz” (Maria Teresa Mirabel/1936)
“Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı; kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü.” (Minerva Argentina Mirabel/1926)
“Çocuklarımızın, bu yoz ve zalim sistemde yetişmesine izin vermeyeceğiz. Bu sisteme karşı savaşmak zorundayız. Ben kendi adıma her şeyimi vermeye hazırım; gerekirse hayatımı da” (Patria Mercedes Mirabel/1924
Gülhanım Aslandoğan
Silivri Kapalı Hapishane