“25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü”ne hazırlandığımız bu dönemde bu özel günü tüm dünya işçi ve emekçileri üzerindeki büyük zulüm ve baskıdan, sınır tanımaksızın gelişen sömürüden ayırmak, ayrı düşünmek doğru olmayacaktır. Nihayetinde kadınlar, üzerlerindeki cinsiyete dayalı baskı ve şiddetten ayrı olarak bu aynı sömürüden ve şiddetten payına düşeni alıyor. Böyle bir süreçte kitlelerin öfkesi çeşitli biçimlerde açığa çıkarken kitlelerin mücadelesi ve özel olarak kadın hareketi de devrimci, örgütlü bir nitelik kazanmakta sorunlar yaşıyor. Hatta kadın hareketi bu gerçekliğin başında geliyor.
Halkın devrim ihtiyacı temelinde devrim için örgütlenmek tam da kitle hareketlerinin devrimci nitelik kazanması için özel bir çalışmayı, yoğunlaşmayı gerektiriyor. Kitlelerin öfkesi akacak kanal ararken devrimci görevlerimiz bizi bekliyor. Emekçi kadın kitlelerinin devrimci çizgide örgütlenmesi, kadınlarda biriken haklı öfkenin devrimci bir kanal bulması bu görevlerden birini oluşturuyor. Tam da kadına dönük cinsel şiddetin gündem olduğu bir özel gün olarak “25 Kasım” yaklaşırken yoğunlaştırılmış propaganda biçimine dayanan ile etkin bir kitle çalışması örgütleyelim.
Kadınlar her gün şiddete maruz kalmakta, yaşamları şiddetin her çeşidi ile çileye dönüştürülmektedir. Ekonomik, psikolojik, sözlü, fiziksel, sanal medya kaynaklı vb. tüm şiddet çeşitleri yaşamın kopmaz bir parçası haline getirilirken özel olarak kadınlara bu şiddet kanıksatılmaktadır.
Her geçen gün belirginleşen yönetememe krizine bağlı olarak ezilen halktan insanlar açlık ile ölüm arasında tercihe zorlanmakta, tek tek bireylerde daha sık rastladığımız intihar eğilimi de aynı olgulardan ötürü artmaktadır. Çaresizlik olgusunun kadın kitlelerinde çok daha başka bir aşamaya vardığını da söylemek zorundayız. Pandeminin derinleştirdiği ekonomik kriz belli bir egemen kesim için iyi fırsatlar sunmuşken, bir avuç egemen bu süreçten zenginleşerek çıkarken işçi ve emekçi halk ağır bedeller ödemek zorunda kalıyor! Bu bize devrimci görevlerimizi bir kere daha hatırlatıyor. Pandemide hak gasplarının, hukuksuz bir şekilde işten çıkarmanın, kadına dönük ölümle sonuçlanan şiddetin boyutlandığını biliyoruz. Tam yansıtmasa da gerçeğe ulaşmada bize veri sunan istatistiklere baktığımızda, Pandemi döneminde kadınların %73’ünün ekonomik olarak ciddi sorunlar yaşadığını görürüz. Yine kadınların %73’ü şiddetin en az birine maruz kaldı. Kadına yönelik ayrımcılık, cinsiyet eşitsizliği ve şiddet üst boyuta çıkarken kadın işçi cinayetleri arttı. Covit-19 nedeni ile içinde yüzlerce kadının da olduğu binden fazla sağlık emekçisi hayatını kaybetti. Yine COVİT-19 döneminde kadın işsizliği %43 oranında arttı. Kadın emeğinin ikincil emek olarak görülmesi ve güvencesiz çalışma koşulları kadın işsizliğinde orantısız artışa yol açtı. Yedek iş gücü olarak görülen kadın gücü azgınca sömürüldü. Eve hapsedilen kadınlar ev içi şiddete çok daha fazla maruz kaldı. Egemenlerin sözde “kadına yönelik şiddet mücadelesi” 2021 yılının ilk 8 ayında 191 kadının katledilmesi ile sonuçlandı. Aynı süreçte 132 kadının ölümü şüpheli ölüm olarak kayda geçti. Kadın işçi ölümleri kayıt dışı çalışmanın en yoğun olduğu tarım işkolunda (özellikle mevsimlik işkollarında) gerçekleştiğinden buradaki cinayetler ise “kayıt dışı” kaldı. Savaş ve ekonomik nedenlerden dolayı ülkelerini terk etmek zorunda bırakılan kadınlar, sığındıkları ülkelerde her türden sömürüye açık olmakla beraber milliyetçi politikalara eklenen cinsiyet eşitsizliğiyle en ağır şiddet biçimlerini yaşamaktalar. Kadına yönelik devlet şiddetinin bir yansıması olarak taciz-tecavüz ve ölümle çevrili, en yakınları tarafından tehdit edilen, öldürülme tehlikesi yaşayan, korunma talebi ile devlete başvuran kadınların alenen katledilmesi olarak sürdü. Devlet, koruma altına aldığı kadınları dahi katillerinden korumadı. Yüzlerce kadın defalarca uzaklaştırma kararı aldırmalarına rağmen bu erkekler tarafından katledildi.
Bu tabloya baktığımızda karşımızda duran, örgütlü yapısıyla kadınları katleden, katilleri koruyan devletten kadınları korumasını beklemek erkek egemen anlayışı anlamamanın yanı sıra devletin niteliğini de kavrayamamaktır. Grevdeki işçi kadınlara polis şiddeti halinde yönelen devlet, köylü kadınlara jandarma dipçiğiyle yönelmektedir. Öğrenci kadınlara “Kadın Üniversitesi” dayatması olarak şekil alan politika tecavüzcü profesörleri aklamakla üst boyuta çıkmıştır. Tacizci ve tecavüzcüleri koruyan yargı kararları devletin kadın düşmanı politikalarının sınıfsal niteliğini de ortaya koymaktadır.
Ataerkil düzen dediğimiz bu yapı her alanda çok çeşitli şekilde kadın düşmanı politikalarını hayata geçirmeye devam etmekte, krizi derinleştikçe de saldırısını artırmaktadır. Devletin uyguladığı faşist politikalar ezilen halk kitleleri üzerinde baskı kurmayı ve halkı örgütsüz kılmayı hedefliyor. Örgütsüz bırakılan halk kitleleri karşısında devlet politikaları daha kolay hayata geçirilebilecektir.
Bu sömürü düzenine baş kaldıranlar ise devletin katliamcı, zor yönü ile karşılaşıyor. Kürt ulusuna ve özel olarak Kürt Ulusal Hareketine yönelik katliamlar, hapishanelerdeki devrimci tutsakların tüm haklarının tırpanlanması, şehit düşen gerillaların bedenlerine yapılan işkence devletin katliamcı yüzünü ortaya çıkarıyor. Özellikle mücadele içinde olan kadınlara daha kapsamlı bir saldırı gerçekleştiren devlet, gerilla kadınların bedenlerini teşhir ederek kadınlara mücadele etmemeleri için göz dağı veren bir politika izliyor. En son 2020 yılında 1-4 Ekim tarihlerinde şehit düşen Özgür ve Asmin yoldaşlara uygulanan işkence faşist devletin niteliğini ortaya koyarken hâkim sınıfların korkularının ne kadar büyük olduğunu gösteriyor.
DEVLET ŞİDDETİNE KARŞI DEMOKRATİK HALK DEVRİMİ ŞİARINI YÜKSELTELİM!
25 Kasım yaklaşırken kadına yönelik devlet şiddetine karşı örgütlenme politikamız da yukarıda ifade ettiğimiz bu gerçeklik üzerine oturmaktadır. Kadına yönelik şiddetin tekil erkek şiddetine indirgendiği bir süreçte, devlet şiddetinin tüm yönleriyle ortaya konması gerekmektedir. Süreçteki temel politikamız kadına yönelik devlet şiddeti olacaktır. Ancak genel olarak kadına yönelik devlet şiddeti dendiğinde sadece devrimci kadınlara, yani hapishanelerdeki tutsak kadınlara, dağlardaki gerilla kadınlara ya da demokratik alanda faaliyet yürüten devrimci kadınlara yönelen saldırılar devlet şiddeti olarak tanımlanabilmektedir. Devlet şiddetinin geniş kadın kitlelerine de uygulandığı göz ardı edilebilmektedir. Bu durum bir tarafta devrimci kadınlara yönelik şiddeti görmezden gelmeye yol açarken diğer tarafta devletin kadına yönelik şiddetinin kapsamını daraltmasını getirmektedir. Bunlar çalışmamızda dikkat etmemiz gereken yanlardır. Evet, devlet şiddetinin en azgın biçimde mücadele eden devrimci kadınlara yöneldiği doğrudur ve faşist Türk devletinin tarihi sayısız devrimci kadın düşmanlığı pratiği ile doludur. Ancak devletin kadına yönelik şiddeti devrimci kadınlarla sınırlı olmadığı gibi halka yönelik tüm diğer saldırılardan da bağımsız değildir. Bu gerçekliği kadın kitlelerine anlatmak kadınları devrimci mücadeleden başka bir kurtuluş yolu olmadığına ikna etmek ve bu açıdan kadın kitlelerine sınıf bilinci taşımak ve kadın kitlelerini demokratik halk devrimi perspektifi ile örgütlemek çalışmamızın temeli olarak kavranmalı, kadınların yaşamındaki şiddetten yola çıkarak faaliyetimizin devrimci niteliğini kitlelere taşımak gerekmektedir. Tüm bu yönleriyle kadına yönelik devlet şiddeti sadece devrimci kadınlara yönelen saldırılar olarak anlaşılmamalı, çalışmamızın kapsamı bu açıdan darlaştırılmamalı, kadın kitlelerinin maruz kaldığı sorunlar devrimci politikalarımızla buluşturulurken şehit yoldaşlarımızın yaşamı ve mücadelesi devrimci yaratıcılıkla birleştiren çalışmalarla kadın kitlelerinin şehitlerimiz şahsında devrimci mücadeleyi sahiplenmesini sağlayan bir anlayışla faaliyetlerimiz tüm alanlarda örgütlenmelidir. Etkin devrimci propagandamızın politik hattı kitlelerin gerçek sorunlarıyla buluşan DHD perspektifimiz olmalıdır.
Kadınların yaşamlarındaki şiddetten yola çıkarken bu şiddetin kökenini ortaya koyan bir politika ile örgütlenme çalışmalarına ağırlık verdiğimiz yaklaşık iki aylık bir dönemi kapsayacak yoğunlaştırılmış çalışmamızın politik eksenini kadına yönelik şiddetin sınıfsal niteliği oluşturmalıdır. Kadına yönelen şiddetin sınıfsal niteliğini ortaya koyarken hâkim sınıfların en yüksek düzeyde örgütlü yapısı olan devlet gerçekliği çalışmamızın temel odağı olmalıdır. Kadına yönelik tekil şiddete gözlerimizi kapatmadan, bu şiddet biçiminin kadınların yaşamına etkilerini analiz etmeli, bu gerçeklik içinde tekil şiddetin örgütlü, erkek egemen anlayışın mevcut sistem içinde ürettiği bir politika olduğuna yoğunlaşmalıyız.
Bu anlayışla temel hedefi kitlelerle buluşmak olan “Şiddeti Üreten Devlet Şiddeti Yok Edemez” şiarlı çalışmamız boyunca devletin ve bir bütün hâkim sınıf sözcülerinin kadına yönelik şiddetle mücadele adı altında sergiledikleri ikiyüzlü politika teşhir edilmeli, her türlü karşı devrimci ve haksız şiddetin üstünü örterek kadına şiddeti meşrulaştırmaya çalışan siteme karşı devrimci çizgide örgütlü mücadele propagandası yapılmalıdır. Hâkim sınıf sözcülerinin “kadına uygulanan şiddet tolere edilebilir.” diyerek kadına yönelik şiddetle mücadelede kadının yanında olmadıkları/olmayacakları, Diyanetin kadınlara verdiği öğütlerin içinde kölelik, biat nutukları ile şiddetle mücadelede erkek egemen zihniyeti nasıl ürettikleri, Ensar Vakfı’nda tecavüze uğrayan çocuklara “Bir kereden bir şey olmaz.” diyerek şiddetle mücadelede tecavüzcülere cesaret verdikleri, defalarca korunma talebinde bulunan kadınların katledilmesine göz yumulması ve katillerinin aklanması ile yargının erkek egemen niteliği, Devletin Avrupa Birliği Konseyi Sözleşmesi olan ve İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen “Kadına yönelik şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi” sözleşmesinin feshedilmesi, 4. yargı paketinde yer alan çocuğun cinsel istismarında “kuvvetli suç şüphesi” yerine “somut delil” arayarak ve çocuk tecavüzlerinin üstünü kapatarak şiddetle nasıl mücadelede etmediği ve etmeyeceği kitle çalışmalarımızda anlatılmalıdır. İktidarı, muhalefeti ile egemen sınıfların partilerinin ikiyüzlü karakteri ortaya konmalı, bunlar arasında seçim yapmak zorunda olmayan emekçi kadınların mücadele etmekten başka bir yolu olmadığı anlatılmalıdır.
KADINA YÖNELİK ŞİDDETİ DURDURMAK İÇİN DHD ÇİZGİSİNDE KİTLERİ ÖRGÜTLEYELİM!
İnsanın insan üzerindeki sömürüsüne dayanan bu düzen işçi ve emekçi kadına ya da erkeğe eşitlik ve özgürlük sunmaz. Sadece erkeklere yönelen öfke ile kadına yönelik şiddet ortadan kalkmayacaktır. Mızrağın ucunu sisteme yöneltmek zorunludur. Bilmeliyiz ki şiddeti üreten hâkim sınıfın kendisidir, şiddeti üreten devletin şiddeti yok edemeyeceği kesindir. Bu sebeple kadına yönelik devlet şiddetinin özü hâkim sınıfların işçi sınıfına yönelen karşı devrimci şiddetinin parçası olarak okunmalıdır. Kadınların gerçek kurtuluşunun yolu karşı-devrimci zora karşı devrimci zoru kullanmalarından geçmektedir. Kadınların kurtuluşu sınıf mücadelesinin zaferi ile olanaklı hale gelecektir. Bu aşamada yürüttüğümüz her çalışma bu devrimci özü barındırarak ele alınmalı, politikalarımız yaratıcı şekilde kitlelerle buluşturulmalıdır.
25 Kasım yaklaşırken daha sistemli ve örgütlü çalışmaya ihtiyacımız var. Kadınları örgütleyebilmemiz için öncelikle onlarla buluşabilmeli kitlelerin içinde olabilmeliyiz. Bu çalışma kadın kitlelerinin içinde olmamız için bir araç olmalı ve bu aracı en verimli şekilde kullanmalıyız. Her dönemin özgün politikaları olduğunu ve kitlelere gitmenin aracı olduğunu unutmamalıyız. Bu bilinçle hareket etmeliyiz. Kadına yönelik şiddetle mücadele günü olan 25 Kasım yaklaşırken çalışmamızın temel amacı kadın kitleleri ile buluşmak, faaliyet yürüttüğümüz alanlarda güçlerimizi harekete geçirerek daha güçlü ilişkiler kurmaktır. Etrafımızdaki kadınlardan başlayarak yakın çevre ile politik düzlemde, daha yüksek bir bilinçle ilişkilenmek ve bu kadınları politikamız etrafında harekete geçirmek ve örgütlenmek gerekiyor. En verimli sonuçları almak için öncelikle çelişkisi en yoğun olan kadın kitlelerine gitmeliyiz. Devlet şiddetine en çok maruz kalan kesimler ulaşacağımız ilk kesimler olmalıdır. Sonra çalışmamızın hedef kitlesi yoksul mahallelerdeki ileri kitleyi oluşturan işçi ve emekçi kadınlardır.
Kitle çalışmalarında yol, yöntem ve araç bakımından birçok olanağa sahip olsak da bunları verimli ve doğru bir şekilde kullanmadığımızda bunlar amaçlarımız haline gelebilmektedir. Kitlelerden kitlelere anlayışımızı pratiğe geçirmediğimizde amaçlanan sonuca ulaşılmayan dar-pratikçi bir çalışma tarzı açığa çıkmaktadır. Bu anlayışa düşmemek için hedefsiz, kendiliğindenci anlayışa karşı durduğumuz bir çalışmayla kitlelerin hem öğrencisi hem öğretmeni olmayı başaralım. Faaliyetimizin her anında kitlelerden kitlelere çizgisini hâkim kılalım. Yaratıcı, zengin, dar deneycilikle sakatlanmış alışılmış tarzın dışında bir çalışma tarzı ile faaliyetimizi örgütleyelim. Gittiğimiz kitlelerle yakın ilişkiler kuralım, onları sınıf mücadelesine kanalize etmeye önderlik eden bir çizgide hareket edelim. Disiplinli çalışmayla devrimci coşkumuzu birleştirelim, bu coşkuyla devrimci cüret ve cesaretimizi çalışmamızın her aşamasına geliştirelim.