Kadına vurulan prangaların en ağırı ve önemlisi iradesine vurulanıdır. En öz varlığı olan yaşamının iplerinin hep başkasının elinde olması ve bunun yüzyıllar boyu bu şekilde yaşanması kadın kimliğinde önemli bir yer tutar. Ve bu nedenle de kadının iradesini yok sayan, baskılayan, zincirleyen ve yok eden her şey-her olgu istisnasız düşmanımızdır. Çünkü iradesi yok edilen kadın kendine yabancı kadındır, başkası/başkaları için yaşayan, kendi kararlarını veremeyen, bir yere yaslanmadan ayakta durmayı başaramayan kadındır. İşte tam da bu nedenle bir kadın için devrimcileşmek, aynı zamanda yüzyıllar önce kaybettiği kimliğini-kadınlığını tekrar kazanmak ve burada durmayıp “kadınlığını devrimcileştirmek”tir.
Ancak devrimcileşmekle, devrimci olmakla bu eşik atlanmış olmaz; eşiği atlamak için örgütlü mücadele içerisinde sürekli bir çaba ve emek sarf etmek gerekir. Çünkü devrimci olunca, geleneksel cinsiyet rolünü benimsemiş, öğretilmiş kadın kimliğinden bir anda kurtulmak mümkün değil.
İlk adımı atarak irademizi belki belli oranlarda toplumsal (aile, çevre vb.) baskılayıcılardan kurtarmış oluruz ama kadınlığımız devrimcileşmediği sürece gerçekte içten içe geleneksel kimliğimizi yaşamaya devam ederiz. Erkek egemenliğinin/şovenizminin yaşamın her alanında kök saldığı bir ortamda bu durum çok da fazla göze batmaz. Ama bu iki kimlik (devrimciliğimiz ve geleneksel kadınlığımız) arasındaki çatışma, yaşamımızda kendi içinde sürekli duvarlara çarpan bir kişilik-kimlik yaratır. Tek tek her birimizin kişiliğini geleneksel kadın rolleriyle açıklamak abartılı görülebilir ancak araya giren onlarca-yüzlerce etkenle birlikte kritik bir role sahip olduğunu da inkar edemeyiz.
Tekrar irade meselesine dönecek olursak; aile baskısını bir şekilde arkasında bırakan (özellikle genç) kadın yoldaşlarımız için örgütle bütünleşmek daha “rahat” olmakta ancak bu bütünleşmedeki “geleneksel iradi teslimiyet” oranında, devrimcileşme ve ilerlemede “kararsız”, “istikrarsız” bir gidişat ortaya çıkmaktadır.
Çoğunlukla kadın yoldaşlarımız için sarf edilen çalışkanlık, kararları uygulama azmi ve disiplin (vb.) övgülerinin gerçekteki karşılığı “hamaratlık”, “edilgenlik-inisiyatifsizlik” ve “uysallık” olarak yaşanmakta. Ama kadının disiplini uysallık olarak algıladığı, kararları harfiyen uygularken aslında sorgulamadan biat ettiğini görmezsek daha sonra yaşanacak olan sıkıntıların, ani değişimlerin, “biz seni böyle bilmezdik”lerin ardı arkası kesilmez. Dolayısıyla kadın kişiliğine yaklaşım, kararları harfiyen uygulayıp uygulamadığından öte (bunu zaten hayatı boyunca baba-anne ve çevreden öğrenmiştir) kararlara sorgulayıcı yaklaşmasını, iradesini ortaya koymasını sağlamak olmalıdır. Öyle yapmazsak ne olur? Kadın yoldaşlarımızı edilgen uysal değil disiplinli, iradesiz değil örgütle bütünleşmiş zannederiz ve ilk “pürüz”de şaşkınlıktan dilimizi yutarız.
Bu “pürüz”ün çoğunlukla bir “sevgili” olması ise tesadüf değildir. “Babanın yerine geçen örgüt” gerçekliğinin yerini “örgütün yerine geçen erkek”e bırakmasında şaşırılacak bir şey yoktur aslında. Bunu tabii ideolojik-politik yetersizlik-gerilik olarak değerlendirmek de mümkündür (son tahlilde). Ama bunun da nedenlerine indiğimizde uysal, edilgen, hamarat kişilikteki sorunları görebiliriz. Ki bu kişilik, yani devrimcileşmeyen kadınlık, karşısına çıkan (ön ve de vazgeçilmez şart olarak mutlaka) kendisinden ileri, her zaman onu “anlayan”, hatta onu “ilerleten” erkekle birlikte bir erk’ten diğer bir erk’e geçiş yapar. Hatta bu öyle bir geçiştir ki, toplumdaki kadın örneklerinin de gerisine düşmesine neden olur. İstisnalara hiç girmeyelim, çünkü onlar hala kaideyi bozacak güçte değil. Ama onları örnek alalım.
Örgütle ideolojik-politik temelde sağlam bir bütünleşme yaşamayan, iradeyi kolektife teslim etmeyi, biat-uysallık olarak yaşayan her kadının başına gelmesi kuvvetle muhtemel bu sürecin önüne kesmede temel görev örgüte düşerken, özne ise mutlaka biz kadınlarız. Örgütün biat eden değil, sorgulayan; edilgen-zayıf değil inisiyatifli-cüretkar kadınlara ihtiyacı var ve bunun yolu da kadın örgütlenmesinin güçlendirilmesinden ve yaygınlaştırılmasından geçiyor.
BİR YDK OKURU
*Bu makale Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 37. sayısından alınmıştır.