Neredeyse her gün bir kadın cinayeti haberi okuyor, duyuyor ya da tanık oluyoruz. Burjuva basının kadın cinayeti haberlerinde kullandığı “aşkını kalbine gömmek yerine toprağa gömdü” gibi erkek egemen sistemin kadına yönelik bakış açısını barındıran dili ise kadın cinayetlerini meşrulaştırıyor. Kadınların kimisi yemeği tuzsuz yaptı diye katlediliyor kimisi “namus” adı altında kimisi boşanmak istediği kimisi bir erkeğin “sevgi”sine karşılık vermediği için… Kadınlar bir dizi “sebep”le katlediliyor. Kadınların katilleri iyi hal indirimleriyle ödüllendirilirken çoğu zaman toplumsal cinsiyet rolleriyle birlikte “suç” kadında bulunarak cinayetler normalleştirilmek isteniyor. Haliyle bu katliamlara dönük tepkiler egemenler tarafından azaltılmaya, baskı altına alınmaya çalışılıyor.
KADINLAR EN YAKININDAKİLER TARAFINDAN KATLEDİLİYOR
Emperyalistlerin güdümündeki kuruluşlar bile kadın cinayetlerinde ciddi rakamlar ortaya koymaktadır. Ki gerçeğin bu açıklanan verilerin çok daha üstünde olduğunu biliyoruz. Emperyalist kuruluşlardan biri olan BM’nin, Uyuşturucu ve Suç Ofisi’nin açıkladığı rapora göre dünya genelinde 2017 yılında 50 bine yakın kadın ve çocuk katledildi. Rapora göre 50 bine yakın kadın ve çocuk en yakınındaki erkekler tarafından katledildi ve bu erkeklerin neredeyse tümü aile bireylerinden oluşuyor. Türkiye’de ise Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun sadece 2019 Haziran ayı raporuna göre 40 kadın erkekler tarafından katledildi. 2019 yılının ilk altı ayında ise 214 kadın katledildi. Yine rapora göre kadınlar en yakınları tarafından öldürüldü.
Katillerin neredeyse tamamının aile bireylerinden oluşması elbette tesadüf değil. Kadının, erkek egemen sistemin ona biçtiği rollerin dışına çıktığında en yakınındaki erkek tarafından katledilmesi, dövülmesi, cezalandırılması bir hak gibi görülmektedir. Bunun en açık örneğini kadın cinayetleri davalarında görebiliyoruz. Katleden erkekler iyi hal indirimleriyle ödüllendirilirken ya da mahkeme tarafından saygı görürken kadınlar tecavüzcüsüne karşı öz savunma hakkını kullandığında müebbetle yargılanıyor. Çünkü kadın bu sisteme göre biri tarafından korunulması, savunulması gereken kişidir. Kadın erkeğe danışmadan karar veremez. Yine kadın eşinin, babasının ya da eşinin ailesinin gönlünü sürekli hoş tutmalıdır ve eşine biat etmeli, belli bir saatten sonra da dışarı çıkmamalıdır. Nasıl güleceğimiz, nasıl giyineceğimiz, nasıl konuşacağımız ya da kimlerle konuşabileceğimiz zaten erkek egemen sistem tarafından belirlenmiştir. Bunu sorgulamamamız yalnızca biat etmemiz istenmektedir… Bunu sorgulamaya başladığımız zaman erkek egemen sistemin bizlere ördüğü duvarları yıkmaya başlamış oluyoruz.
AİLE DEĞİL KADINIZ!..
Bu nedenlerle kadının en yakınındaki erkekler tarafından katledilmesi tesadüf değildir. Kapitalist sistemde ailenin önemi egemenler tarafından bilinmektedir. Bu nedenle uygulanan politikalar, hayata geçirilen yasalar, kadın bakanlığının adının değiştirilip Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yapılması “kutsal” gördükleri aileyi korumak içindir. Daha doğrusu kadının toplumsal cinsiyet rollerinin dışına çıkmasını engellemek içindir. Bu iki durumda birbirini tamamlar niteliktedir. Çünkü kadın bilinçlendiğinde ona biçilen rollerin dışına çıkacak bu da ataerkil aile yapısını sorgulamak ve onun dışına çıkmak anlamına gelecektir. Egemenler sistemlerini sürdürebilmek, aile yapısını sağlam tutabilmek için kadının bilinçlenmesinin önüne geçmektedir. Korkuları ve saldırıları bundandır. Çünkü kadın bilinçlenirse zincirlerini koparacak ve başta o kutsal gördükleri aile kurumunu parçalayacaktır. Sistem ve hakim sınıflar bunu istemez çünkü aile kurumu sistemi ve verili sınıfsal/toplumsal ilişkileri ayakta tutan gerici bir kurumdur.
Egemenler kadın eylemlerine yönelik nefret ve düşmanlıklarını apaçık ortaya koymaktadır. Çünkü kadınların eyleme gitme “cesareti”ni göstermesi onlar için kabul edilebilir değildir. Egemenlerin aileyi korumak adına kurduğu kadın kuruluşlarına bile tepki gösterilmektedir. Son günlerde Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, Sümeyye Erdoğan’ın da yöneticisi olduğu Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) için “Cinsiyet eşitliği gibi Soros projeleriyle aileyi çökerten Milli Eğitim, Aile Bakanlığı ve KADEM projeleri derhal durdurulmalıdır” şeklinde cümleler sarf etmiştir. Oysa ki KADEM’in programında aile ve toplum yapısını kuvvetlendirme söylemi yer almaktadır. Kadın düşmanları içeriği ne olduğuna bakmaksızın içinde kadın ya da cinsiyet eşitliği geçen her şeye dair kin ve nefretlerini kusmaktadırlar. Sistem eliyle kurulan, kadının kendi kimliğini yok sayarak onu aile ile bütünleştiren KADEM gibi kuruluşların kadına toplumsal cinsiyet rollerini pekiştirmekten başka verebilecekleri bir şey yoktur. Buna rağmen ortaya konan tartışma kadının ve kadın sorununun aynı özdeki faşist, ataerkil ve gerici kişi ve kesimler arasında bile bir mücadele konusuna dönüştüğünü göstermektedir.
ERKEK EGEMEN SİSTEMİN ÖRGÜTLÜ SALDIRISINA ÖRGÜTLÜ CEVAP VERELİM
Erkek egemen sistemin kadına yönelik politikalarının ve saldırılarının bilincinde olan devrimci kadınlar yine erkek egemen sistemin tüm dayanaklarını bu bilinçle parçalayacaktır. Bunu parçalamanın yolu zincirlerinin farkında olmayan tüm kadınlara ulaşmak ve bilinç taşımaktan geçmektedir. Kadın cinayetleri politiktir diyoruz çünkü erkek egemen sistemin politikalarının ürünüdür. Erkek egemen sistem ne kadar örgütlü ve sistematik bir biçimde biz kadınlara saldırıyorsa bizim de bu saldırılara aynı örgütlülükle cevap olmamız, sistematik bir biçimde kurtuluşa kadar mücadele etmemiz gerekmektedir.
Bir YDK Okuru
*Bu makale Yeni Demokrasi gazetesinin 39. sayısından alınmıştır.