Kadın cinayetleri dünyanın dört bir yanında ciddi derecede artış göstermektedir. Bir önceki sayımızda kadına yönelik saldırıların Müslüman ülkelere has olduğu biçiminde değerlendirmelerin yaygın olduğunu ifade etmiştik. Burada yarı-feodal, yarı-sömürge ülkelerde kadına yönelik saldırıların en vahşi biçimlerle sürdürülmesinin yanı sıra emperyalist-kapitalist ülkelerde de azımsanmayacak bir gerçeklik olduğunu ifade etmekte fayda var. Bu belirlemeyi özel olarak vurgulamamızın nedeni “modern” toplumlarda da süren cinsiyetçi, erkek egemen anlayışın varlığını çok sistemli şekilde sürdürdüğünün kavranmasının önemindendir. Sorunun böyle tespit edilmesi kadının gerçek kurtuluşunun nasıl sağlanacağını anlamak içinde temel koşul olacaktır. Genel olarak böyle ifade ettikten sonra bazı ülkelerde kadına yönelik saldırıların genel tablosu ve yasal boyutlarına değinelim. Dünyanın dört bir yanında kadın cinayetleri genel olarak “namus” olgusu üzerinden tarif edilmekte ve kadın cinayetlerinin gerekçesi “namus” olarak açıklanmaktadır.
“Bu konuda yazılmış eserlerde namus cinayetlerinin dünyanın birçok bölgesinde işlendiği kaydedilmektedir. Ortadoğu da, Akdeniz ülkelerinde, Latin Amerika’da, Güney Batı Asya’da ve Hindistan ile Çin’in bazı bölgelerinde namus cinayetleri işlenmektedir (Eck, 2003, Amsterdam Üniversitesi Yayınları; Jafri, 2008, Oxford Üniversitesi Yayınları) Bangladeş, Brezilya, Ekvator, Mısır, Hindistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Fas, Pakistan, İsveç, Türkiye, Uganda ve Birleşik Krallık bu gibi cinayetlerin meydana geldiği ülkeler sıralamasında yer almaktadır.” BM 2011 yılında her yıl 5.000 kadının “namus” cinayetlerinde öldürüldüğünü açıklamıştır. “Namus” cinayeti Müslüman ülkelerle daha çok ilişkilendirilirken bu cinayetlerin artmasının temel nedeni katillerin cezasız bırakılması ve hatta ödüllendirilmesi, erkeklik sorumluluğu olarak kadınların katlinin normalleştirilmesi ve yasalarında buna uygun düzenlenmesidir.
Bu bağlamda İhsan Çetin’in aktarımına göre; “namus cinayetlerini ilgilendiren kanunlar Arap ülkelerindeki ceza kanunlarında bulunmaktadır ve bunlar esasında Lübnan Ceza Kanunu’ndan uyarlanmışlardır. Lübnan’da 562. madde, Ürdün’de 340. madde, Suriye’de 548. madde, Kuveyt’te 153. madde, Mısır’da 237. madde, Irak’ta 309. madde, Birleşik Arap Emirlikleri’nde 334. madde, Bahreyn’de 70. madde, Fas’ta 418 ve 424. maddeler, Umman’da 252. madde. Bu maddelerin tümü namus cinayetlerinde katilin lehinde olan hükümleri içermektedir. Suudi Arabistan ve Katar’da ise şeriat kanunları hüküm sürmekte ve özellikle Hanbelî mezhebi zina yapanın öldürülmesini cezadan muaf saymaktadır. Abu-Odeh’a göre Ürdün Ceza Kanununda bulunan 340. Maddenin benzeri neredeyse tüm Arap ülkelerin-de bulunmaktadır ve bir zamanlar Türkiye’de, İspanya’da, Portekiz’de ve İtalya (1979 yılında aktarıldı) gibi ülkelerde bulunmaktaydı.” Tüm bu yasal temellerin Osmanlı hukukuna ve daha ileride 1810 Fransız hukukuna dayandığı bilinmektedir. Yasanın amacı kadını, kadın kimliğini korumak değil erkek egemen sistemin bekasını korumaktır. Bu bağlamda yasal her düzenleme buna hizmet eder hale getirilmektedir.
Kadına yönelik her türlü saldırıda “namus”, “iffet”, “rıza”, “töre”, “örf”, “adet” kavramları hemen karşımıza çıkar kadının yaşamsal tüm pratiği de bu kavramlar üzerinden değerlendirilirken kadına toplumun erkek egemen yapının korunması için kölece boyun eğmesi beklenir. Boyun eğmediği her alanda kadın kimliği bu kavramlar üzerinden didiklenirken erkeğe toplumsal bu yapıya uyumlu olmayan kadına karşı her türlü saldırıda bulunma hakkı tanınmıştır.
Türkiye’de kadına yönelik şiddet tablosu korkunçtur. Öncelikle şiddete uğramayan kadın yoktur. Her kadın mutlaka şiddetin bir türüyle ve genellikle birçok türüyle yaşamak zorunda bırakılmaktadır. Tablo öyle bir boyuta ulaşmaktadır ki bazı şiddet türleri kadınlar için şiddet olarak bile ele alınmamaktadır. Kadın cinayetleri bu bağlamda son nokta durumudur. 2002-2009 yılları arasında kadın cinayetlerinin yüzde 1400 artış gösterdiği anlaşılmıştır. 2002 yılında öldürülen kadın sayısı 66 iken, 2009’un ilk yedi ayında 953 kadın katledilmiştir. 2013 yılının ilk on ayında 70.112 kadın yaralanmıştır. Yani başarılamamış cinayet tablosu görünenin çok ötesindedir. 2019 yılında ise 474 kadın katledilmiştir. Ve bu tablo katmerlenerek ilerlemeye de devam etmektedir. Katillerin korunması bunun önemli sebeplerinden biridir. Göstermelik çıkartılan yasalar uygulanmamakta kadını toplumsal yaşamda ikinci cins olarak varlığını sürdürme politikaları etkin şekilde geliştirilmektedir. Bekçilere yalnız yaşayan kadınların evlerinin gözetlenmesi yetkisi veren bu devlet kadını korumak gibi bir yaklaşımla zaten hareket etmemektedir. Son açıklamaları ise kamuoyunda çokça tartışılan bizim içinde tartışmalı yanları olan “İstanbul sözleşmesinin” iptal edilebileceği yönündedir. Devlet imzaladığı sözleşmeyi uygulamadan iptal etmektedir. Burada çıplak şekilde görülen siyasi bir hesapla imzalanan sözleşmenin yine siyasi bir hesapla iptal edilmesi gerçekliğidir. Kadın cinayetlerinde devlet gerçekliği koruma isteyen kadınların karakol önünde öldürülmesi, Gülistan Doku, Nadira Kadirova cinayetinde olduğu gibi devletin tüm olanaklarının katilin korunması için sefer edilmesi biçimindedir. Buraya yüzlerce kadının ismini yazabiliriz katilinin devlet tarafından korunduğunu içeren.
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gibi kadın cinayetlerini önlemek için yürütülen tüm tartışmalar yasal düzenlemelere sıkıştırılarak ele alınmaktadır. Mevcut erkek egemen sistem içerisinde kimi yasal düzenlemeler kadınların direniş ve mücadeleleriyle gelişmektedir. Ancak uygulamada her bir cinayet için ayrıca özel politika geliştirme gibi bir gerçeklikle karşı kalınmaktadır. Her davanın kadın kurumlarınca takip edildiği mücadelenin bu alana yöneldiği bir tablo ortaya çıkmaktadır. Davaların takibi çok önemli iken mevcut olanakları, yol ve yöntemlerimizi etkin şekilde tartışmayı politikalarımızı bu gerçekliğe uygun yaratıcılıkla uygulamayı zorunlu kılmaktadır. Tek tek katillerin cezalandırılmasının simgeselliğine hapsolan politikalar, kadın kitlelerini kapsamayan sınırlı kadınlarla yapılan eylemlilikler kıskacında kadın cinayetleri önlenemediği gibi soruna yabancılaşma gelişebilmektedir. Ya da sosyal medya üzerinden bir paylaşıma konu olan katledilen kadının fotoğrafa dönüşmesi tehlikesi açığa çıkmaktadır. Kadın cinayetlerinin devrimci tarzda önlenmesi politikası uygulama sorumluluğu bizlerindir.
(Devam Edecek)