Ezilen, sömürülen sınıflar cephesinden zorlu bir yılı daha geride bıraktık. 2018; işçi, emekçi, yoksul halk, ezilen inanç ve milliyetler açısından şartların çetin geçtiği bir yıl oldu. Zira eğitimden sağlığa, emeğe, sanata doğaya, işçi, emekçi, kadın, LGBTİ+, Kürt, Alevi vs. tüm alanların, tüm kesimlerin yoğun saldırıların hedefi olduğu bir yıl yaşadık. Tüm toplumun inançları, milliyetler, cinsiyetler üzerinden kutuplaştırılıp, bölündüğü; ırkçı, milliyetçi, cinsiyetçi, savaş söylemleriyle faşizmin yelkenlerinin doldurulup; başta Kürtler olmak üzere, tüm ezilen sınıflara ve direnenlere saldırıldığı, inkar ve imhanın dayatıldığı, baskı ve zulmün egemen kılınmaya ve toplumsal muhalefet dinamiklerinin bastırılmaya çalışıldığı bir yıldı 2018.
Kuşkusuz böylesi baskı ve zulmün arttığı, faşizmin koyulaştığı dönemlerde, bir tarafta; kitlelerde umutsuzluk, korku, direniş odaklarında kırılma, devrimci öznelerde kitlelere güvensizlikler gelişebilmekte. Diğer tarafta ise çelişkilerin diğer ucu olan direniş ve umut dimdik ayakta durup, inancını korumakta mücadeleyi sürdürmekte. 2018 yılı da bunu kanıtlar nitelikte bir yıldı. Bir tarafta artan saldırılar, sindirilen suskunlaştırılan kitleler; diğer tarafta yükselen grevler, eylemler direniş ve haykıran kitleler mevcuttu. Bundan sonrası için ise önemli olan çelişkilerin hangi yönünü egemen kılacağımızdır. Bunu belirleyen ise elbette nesnel zemini doğru okuyup öznelle birleştirebilenler olacaktır.
2018 değinisiyle girdiğimiz bu yazıda genel, kapsamlı bir 2018 değerlendirmesi yapmayacağız. Ama 2018’e damgasını vuran egemen sınıfların krizine, artan faşizme ve kadınlara yönelik kimi saldırılarına da değinmeden de geçemeyeceğiz.
Zina tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de egemen sınıfların emperyalizme bağımlılıktan kaynaklanan ve hem güncel hem yapısal bir niteliğe sahip olan siyasi ekonomik krizleri, yokuş aşağı atılan bir kar topunun hızla büyüyüp çığa dönüşmesi misali yıkım ve tahrip gücünü arttırarak büyüdü. Yoksul emekçi halkı da ezerek ilerleyen kriz, 2018’de yükselen döviz, faiz, enflasyon ve cari açık kıskacında hızla tırmanmışken, üretimin yavaşlaması, kapanan işyerleri, iflaslar, ardı ardına ilan edilen konkordatolar, “üretime ara verdik” gerekçesiyle kapının önüne konan işçilerle birlikte daha da büyüdü. Ekonomideki (üretim, istihdam, ücretler ve reel gelirlerdeki) daralma, durgunluk ve gerilemenin faturası ise başta işsizlik olmak üzere açlık, yoksulluk, alım gücünün düşmesi, hayat pahalılığı, artan vergiler, sosyal ve ekonomik hakların gaspı, güvencesizlik vb. olarak yoksul halka kesildi, kesilmeye devam ediliyor.
Kuşkusuz 2018’de de Türk egemen sınıflarının büyüyen siyasi-ekonomik krizleri beraberinde yönetememe krizlerini de büyüttü. Bu korkudan ki ülkemizde süreğen bir niteliğe sahip olan faşizmin zulmü kitlelerin üzerinden eksilmediği gibi daha da dizginsizleşti. Faşizmin yüzündeki “demokrasi” maskesi genellikle kenara atılarak daha açıktan, daha fütursuzca baskı, işkence, şiddet, tutuklama, katliam vd. politikaları uyguladı. Bu süreçte kendi “yasa” ve “hukuk”ları dahi rafa kaldırılıp; grevler, eylemler, sokaklar yasaklanarak ve demokratik talepler bastırılarak topyekün bir saldırı ve devlet terörü yaşama geçirildi. Faşizmle kitleler susturulmaya, sindirilmeye, hak arayışlarının önüne geçirilmeye çalışıldı.
Elbette tüm bu saldırılardan en büyük pay ise yine kadınlara düştü. Ataerkil faşist sistemin 2018’de de kadınların başta yaşam hakkı olmak üzere, emeğine, bedenine, kimliğine yönelik saldırıları hız kesmek bir yana daha da şiddetlenerek sürdü. İşte sokakta, okulda, evde kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz saldırıları artarken, kadın katliamları da bir önceki yıla göre %24-25 civarı artarak 439 kadın, erkekler tarafından katledildi.
Kadınların, emekleri daha fazla talan edildi, daha fazla güvencesizleştirildi, kayıt dışı enformal üretime itildi. Yaşanan ekonomik krizin faturası da ilk işten çıkarılan, ucuz iş gücü olarak görülen, ev içi ücretsiz emeği sömürülen kadınlara çıkarıldı. Baktığımızda artan işsizliğin büyük bölümünü kadın işsizliği oluşturuyor. TÜİK verileri bile 2018’de kadın işsizliğinin %13.2 olarak gerçekleştiğini gösteriyor. (Gerçek veriler ise daha fazla) Bir başka veriye göre de her dört kadından birisi işsiz durumda. Yine 2018’de de faşist burjuva-feodal ataerkil sistem kadının ücretsiz emeğinden beslenip, onun üzerinden yükselmeye devam etti. Ve bugün 20 milyon kadın ücretli işin dışında çalışmakta, ücretsiz emeği sömürülmektedir.
2018’de faşizmin sopası ataerkil yapı da dayanak yapılarak en çok kadınların üzerinde sallandı. Kışkırtılan milliyetçilik, cinsiyetçilik, şovenizm ve militarizm kadınları hedef alarak zirveye ulaştı. Kısaca, kadınların emeğini sömürüp talan eden, bedenlerini savaş arenasına dönüştüren, şiddet, taciz, tecavüz ve “kadın cinayetleri” sarmalında yargısıyla, hukuğuyla, erkeğin koruyuculuğuna soyunan erkek egemen faşist devlet kadınların kazanılmış haklarına yönelmekten de geri durmadı. Katilleri, taciz-tecavüzcüleri ve çocuk istismarcılarını koruyan yasal düzenlemelerden, boşanmaların zorlaştırılmasına; sosyal yardım ve güvenlik haklarının kısıtlanmasından nafaka hakkının sınırlandırılmasına kadar kadınların kazanılmış bir dizi hakkı gasp edildi. Yaşadıkları şiddet, taciz-tecavüz ve boşanma davaları gibi bir dizi sorunda ise çözüm adresi olarak “aile ombudsmanlığı” ve “uzlaştırma kurumları” gösterildi. Yine kadınların korunması değil erkeğin ve ailenin korunması esas alındı, aile kurumu kutsandı.
Boyun eğmeyi ve celladıyla uzlaşmayı reddedip, direnişi seçenlere ise erkek egemen faşist devlet, tıpkı Flormar direnişçisi kadınlara, 8 Mart ve 25 Kasım’da sokağa çıkan kadınlara yaptığı gibi saldırmayı seçti. Devlet, onları “erk” zoru ile ezmeyi, susturup sindirmeyi denedi. Ancak bunda da istediği hedefe ulaşamadı.
DİRENENLER VE UMUDU BÜYÜTENLER VAR
Çünkü hala direnenler, susmayan, yasaklara inat alanları terk etmeyenler, umudun canlı ve diri olduğunu haykıranlar, yarınlara umutla bakanlar da var. Belki bugün hepsi aynı sınıf bilincine sahip değil. Sesleri de oldukça parçalı ve kendiliğinden yükseliyor. Ancak biz o parçalı sesleri ve güçleri birleştirir, “kendiliğindenci”liği “kendisi için”e dönüştürebilirsek, henüz sesini yükseltmemiş ama aslında içinde bulunduğu yaşam koşullarından, yaşadığı baskı zulüm ve yoksulluktan hoşnutsuz olan, sadece bulunduğu yerde homurdanan kitlelerin yönünü bize dönmesini, güçlerini güçlerimizle birleştirmesini de sağlayabiliriz.
Elbette bu sadece niyet ve istek meselesi değil. Niyeti somut pratiğe dönüştürecek nesnel gerçekliğin de güçlü olmasından kaynaklanıyor. Çünkü egemenlerin büyüyen krizi, açlık, yoksulluk, insanca yaşama erişimin zorluğu, faşizmin artan baskısı, yasaklarını, sömürüsü kitlelerle egemenler arasındaki çelişkiyi, kitlelerin içinde bulunduğu koşullara, baskı ve sömürüye tepkilerini de büyütüyor, derinleştirip keskinleştiriyor. Artık bu şekilde yaşamak istemeyenlerin, halk kitlelerinin devrim ihtiyacını ve gerekliliğini de dayatıyor. Nitekim baskıya, yasaklara rağmen işçi ve emekçilerin hak arayışından vazgeçmemesi, kadınların meydanlara çıkmasındaki ısrar (8 Mart, 25 Kasım gibi) nesnel gerçekliğin gücünden, yaşamın, gerçeklerin devrimciliğinden geliyor. İşte geleceğe inanç ve umutta aynı nesnel zeminde büyüyor.
Burada önemli olan kitlelere gidilmesi, kitlelerin doğru politikayla yollarının aydınlatılabilmesidir. Kitlelerin öfke ve enerjilerinin boşa akıtılmadan, yaşadıkları sorunların esas kaynağına, yani gerici faşist sisteme yöneltilebilmesi ve sorunun kaynağının parçalanmasını, yok edilmesini örgütleyebilmekten geçiyor.
Mao yoldaşın sınıf mücadelesinin keskinliğini anlatırken; “Yıkmadan inşa etmek olmaz, suyun önünü kesmeden akması sağlanamaz, durgunluk olmadan hareket olmaz; bunlar arasındaki mücadele bir ölüm kalım mücadelesidir” diyor. Ancak bu zorunluluk bilince çıkarılır, kitlelere kavratılırsa karanlıklarda aydınlık kılınabilir.
Bugün eskiyi yıkıp yeniyi inşa etmeye en fazla da kadınların ihtiyacı var. Çünkü faşist sistemin baskı ve sömürüsünü en fazla kadınlar yaşıyor. Faşist sistem ataerkil yapıyla da birleşerek kadınları, insan veya birey olarak görmüyor, yok sayıyor. Emeğini, bedenini, bilincini tarumar ediyor. Krizlerin, açlığın, yoksulluğun da en ağır faturasını kadınlar ödüyor. Savaşların, toplumsal çatışmalarının da, milliyetçiliğin, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin de en ağır faturasını kadınlar ödüyor. Artan toplumsal şiddetin de devlet zulmünün de erkek zulmünün de esas faturasını yine kadınlar canlarıyla ödüyor… Bunun için ki ataerkil faşist sistemin alaşağı edilmesine, devrime en çok ihtiyacı olan da kadınlar. Mücadelenin öznesi olması gereken de kadınlar.
Unutmayalım ki özgürlüğün ve kurtuluşun zorunluluğunu bilince çıkarabildiğimiz oranda umudu da büyütürüz, büyütüyoruz…