Düşmanlarımız kimlerdir? Dostlarımız kimlerdir? Bu, devrim için en önemli sorulardan biridir. Çin’deki geçmiş bütün devrim hareketlerinin pek az başarılı olmalarının temel nedeni, gerçek düşmanlarına saldırmak için gerçek dostlarıyla birleşmedeki beceriksizlikleridir. (Çin Toplumundaki Sınıfların Tahlili, Mao Zedong)
4 Nisan 2021 tarihli Halk Okulu Dergisi’nin 73. sayısında “Eşcinsellik Bir Sapkınlıktır!” başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazının başlığı kendini doğrudan ele verse de içerik çok daha vahim sapmalara aralıyor kapılarını. Halk Okulu’nun LGBTİ+ fobikliğinin kaynağını nerelerden aldığını yazının kendisinde daha net görebiliyoruz. Bu anlamda ilgili yazı ve bu hareketin konuya bakış açısı baştan sona yozlaşma, çürüme, sistemin saldırılarına direnmeme, sistemle uzlaşma nüveleri barındırıyor. Bir devrimci hareketin, belli noktalarda bu bozuk duruşunun kuşkusuz kökenleri burjuva ideolojisine içkin olan özelliklerinden, diyalektik tarihsel materyalizmden etkilenmiş ancak onu benimseyememiş dünya görüşünde aranmalıdır. Halk Okulu da bundan mustariptir.
Yazı eşcinselliğin tanımlanması ile başlıyor: “Eşcinsellik, emperyalizmin insanı kendi özüne yabancılaştırıp, yozlaştırmak için kullandığı bir cinsel sapkınlıktır.” Emperyalizmin kendi çıkarına kullandığı bir maşa daha! Devam ediyor yazar, eşcinsellik hiçbir halk tarafından meşru görülmüyor dedikten sonra çok çarpıcı bir vurgu yapıyor, “hatta birçok ülke hala yasalarda tanımıyor” diyor. Yazının ilerleyen bölümlerinde ise LGBTİ+’lara yönelik AB’nin ve kimi emperyalist tekellerin hak tanıyan tutumlarını yozlaştırma ve sorunun bir emperyalist proje olduğuna dair kanıtlar olarak sunuyor. Yazı baştan sona, “arabanın atın önüne koşulması” şeklinde bir mantık kurgusu, ele alışı, inceleme yoksunluğu, çelişkinin kökenini ve bunun sınıf mücadelesinde ki yerini ayırt edememe hali taşıyor.
Halk Okulu yazarı LGBTİ+ bireylerin meşru olamayacağını, halkın değerlerinden ve birçok ülkenin yasalarla tanımaması üzerinden meşrulaştırıyor. O birçok ülkenin içerisinde emperyalist ülkeler ve onlara bağımlı yarı sömürge faşist diktatörlükler de var. TC gibi faşist diktatörlükler LGBTİ+ bireyleri tanımıyor (ne tesadüftür ki Soylu da tıpkı yazının başlığı gibi “eşcinsellik bir sapkınlık” diye bas bas bağırıyor), emperyalist Rusya, ABD birbiri ardına yasaklar koyuyor, yazarsa “emperyalizmin insanı yabancılaştırdığı sapkınlığı” bu ülkelerin yasalarında olmaması üzerinden meşrulaştırıyor, tutarsızlığın trajik manzarası karşımıza çıkıyor. Yazar tüm dünyada tarihsel olarak ve güncel olarak en gerici, faşist devletlerin, siyasi oluşumların ve bilumum tek tanrılı ve egemen dinlerin eşcinsellik konusunda katliamlara varan tutumlarla soruna yaklaştığını ise yazısında es geçiyor. Dünyada ve ülkemizde en bağnaz ve gerici siyasi hareketlerin, azgın şovenistlerin, yalın kat ırkçı ve faşist yapıların yaklaşımına bakmaması, es geçmesi ise yazarın sorunu temellendirme biçiminin altına dinamit koyan özellikler olmasından başka ne olabilir. Zira o yöne yüzünü çevirdiği an tüm yaklaşımı, olmayan teorik temeli tuzla buz olacak. Bu yüzden bakmaz, bakamaz.
Çok daha vahim olan başka bir sorunlu yaklaşım ise “halk meşru görmüyor” bakış açısı. Belli ki yazar altyapı-üstyapı arasındaki belirleme ilişkisini, buna paralel olarak emperyalist-kapitalist sistemin köhnemiş, yoz, çürümüş ideolojisinin halka ne oranda sirayet ettiğini bilmiyor, görmüyor ya da görmezden geliyor. Bu anlamda sınıflı toplumlar var olduğu sürece halkların içinde de ileri ve geri yanların olabileceğini, devrimcilerin halkın geri yanlarıyla uzlaşmaması gerektiğini, aksi taktirde “halk kuyrukçuluğu” yaparak sistemle uzlaşacağını fark edemiyor. Yazara hatırlatmakta fayda var: Bugün dünya halkları ciddi oranda devrimcileri, devrimci hareketleri de meşru görmüyor. “Halk meşru görmüyor” diyerek halkın geri yanlarıyla uzlaşalım mı? Devrimcilik halkın geri yanlarıyla mücadele etmek, ileri yanlarını devrimcileştirmek için vardır. Ayrıca halkın meşru görmediğinin ifade edildiği bu olgunun, toplumsal yaşam içindeki karşılığına, egemenlerin “utanç verici, ahlak dışı, topluma yabancı” bir mesele olarak ataerkinin dayattığı tarihsel derinlikte körleşme hali söz konusudur. Toplumları, toplumlar tarihini ve varolan toplumsal yapıya yakından bakıldığında halk kitlelerinin bu noktada “iki yüzlülüğe” nasıl zorlandığı da ayrı ama önemli bir mesele olarak belirtilmelidir. Bu noktada halk içindeki LGBTİ+’yı meşru görmeyen eğilimler geridir, yozdur, çürümüştür, emperyalist-kapitalist sistemin egemen ideolojisine kapılmıştır ve belli yönleriyle gerçekliğe yabancılaştırılıp iki yüzlüleştirilmiştir. Devrimcilerin görevi “LGBTİ+ vardır”ı savunmak, tıpkı yazarın belirttiği gibi Türkiye özgülünde faşist diktatörlük ve halk içindeki geri katmanlar tarafından dışlanan, yok sayılan bireylerin kimlik mücadelesini desteklemektir. Halkın bu noktada oluşturduğu direncin gerici karakterini yani homofobiyi hedefe koymak olmalıdır.
Yazar bilimselliğe, toplumsal gerçekliğe, Marksizme “fatiha okutacak” tespitlerine devam ediyor: “Eşcinsellik sınıflı toplumlarla birlikte ortaya çıkmıştır” diyor. Tespitin gerçeklik yoksunluğu bir yana, biz bu yazıda ve genel tartışmalarda, LGBTİ+’nın biyolojik kaynaklarını araştırmaya yeltenmeyi bir Marksizm karşıtlığı olarak görüyoruz. Zira Marksizm’de olgular, olaylar, toplumsal dinamikler sınıfsal düzeyde, sınıf savaşımı içerisindeki rolleri noktasında tartışılır. Varolan durum içerisinde incelenir ve sınıf mücadelesi içindeki konumu belirlenir. Marksist bilimde tarihsel materyalizm, felsefede diyalektik materyalizm ve politikada Marksist-Leninist-Maoist siyaset bize bunu öğretmiştir. Yazarın gerçekliğe yabancılaşması da tam da bilime yabancılığından kaynaklanmaktadır.
Halk Okulu, “emperyalizmin insanı yabancılaştırmak için kullandığı eşcinsel sapkınlık” tespitinin yanına bir de “reformist oportünist solun emperyalizm adına eşcinselliği yayması”nı ekleyerek, diyalektik anlayışı yerle bir ediyor. Halk Okulu’nun hedefinde kim olduğu, hedefe alınanlar arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğu hiçbir şekilde berrak değildir. Yazar olguları neden-sonuç bağlamından koparmış, diyalektiği köreltmiştir.
Türkiye’deki reformist-devrimci hareketlerin son süreçte LGBTİ+’yı kendi içlerinde meşrulaştırma ve mücadeleye dahil olma çabaları doğrudur. Fakat bu atılım ne gökten zembille inmiştir ne de Türkiye solu bir anda aydınlanma yaşamıştır. Kendini “sol”un gündemine sokan, LGBTİ+ hareketin kendisidir. Bunu gündemine alarak toplumsal mücadelenin ve sınıf mücadelesinin dışına iten, bu kesimlerin bu mücadeleci gerçekliğine ve temel haklarına yönelik gözünü kapatmakla yetinmeyip düşmanlaşan ise Halk Okulu Dergisi’dir. LGBTİ+ hareket var olma mücadelesi vererek buralara kadar gelmiş, “biz varız” demiştir. Yazar bu bağlamı kurmaktan yoksun olduğu için, meseleyi emperyalizme bağlayarak sol hareketi de ona hizmet etmek üzerinden açıklıyor.
Meselenin bir diğer boyutu ise, reformist-devrimci camianın LGBTİ+ ile ilişkilenmesindeki bir dizi problemi görmeye çalışan yazarın, meseleyi “sapkınlık” noktasına getirip baltayı taşa vurması. LGBTİ+ hareketin mücadele pratiği ve kendini bir politik özne olarak dayatması ne kadar olgusal bir gerçeklikse, tasfiye sürecinden payını alan devrimci hareketin LGBTİ+ ile ilişkilenme noktasındaki sorunlu yaklaşımları da o kadar olgusaldır. Devrimci hareket, LGBTİ+ hareketin kendiliğinden ve liberal eğilimlerini devrimcileştirme, harekete kendi karakterini verme yetisinden hala yoksundur. Bu yoksunluğun, faşist diktatörlüğün tasfiye saldırılarına cevap olamamak, savaşı yükseltememek ve git gide savaştan kopmakla doğrudan bağlantısı vardır. Fakat bu sorunlu yanların hiçbiri LGBTİ+’nın meşruluğunu tartışmamızı gerektirmez. Yazar, olgu ve olguyla kurulan ilişkiyi aynılaştırdığı için, kurulan ilişkideki sorunlu tarafı ortaya çıkarmak yerine, “eşcinsellik sapkınlıktır” diyerek meşruluk tartışması yapıyor, olguyu görmüyor. Emperyalizmin eşcinsellere birçok hak tanıdığını ifade ederek, halk safında yer alan birçok kesimi manipüle etmeye çalışan emperyalizmle ideolojik-politik mücadeleye girişmiyor, bu halk kesimlerini devrimcileştirmeye çalışmıyor, emperyalizmin manipülasyonuna göz yumarak onunla uzlaşıyor, kendini sisteme dahil ediyor. Yani yazar, başından beri neyi hedefine koyduysa aslında onunla ideolojik düzlemde ittifak kuruyor, burjuva ideolojisinden beslenmeyi tercih ediyor.
Halk Okulu Dergisi’nin bu meseleyle ilişkilenişi ve tam da bu noktada anlayışı, sisteme direnmemek ideolojik-politik olarak halk saflarındaki kesimleri, devrimden çıkarı olanları doğru ayrıma tabi tutmamaktır. Halk Okulu Dergisi, halkın geri yanlarıyla “halkımızın değerleri” diyerek uzlaşmış ve dolayısıyla burjuva-feodal ideolojiye göz kırpmış, onun geri yanlarına yaslanarak güç kazanmaya çalışmış, halk kuyrukçuluğu yaparak devrimciliğini etkisizleştirmiştir. Halk Okulu, LGBTİ+ bireyleri görmezden gelmiş, “sapkınlık” diyerek damgalamış, faşist diktatörlüğün zalim cenderesine hapsetmiştir. Bu anlamda LGBTİ+ mücadelesinin yanında olmamıştır. Halk Okulu Dergisi bunu yaparak, evde, sokakta, işte, devlet dairelerinde, askerde, aile içinde, yaşamın hemen her yerinde tacize, tecavüze, şiddete, katliamlara maruz bırakılan LGBTİ+ bireylerin faşist diktatörlük tarafından ezilmesine çanak tutmuştur. Halk Okulu Dergisi, uluslararası anlamda LGBTİ+ hareketinde ciddi bir zemini olan burjuva-liberal anlayışla mücadele etmek yerine, ezilen LGBTİ+ bireyleri karşısına almış, halk saflarında yer alan, devrimden çıkarı olan bireyleri düşmanlaştırmıştır. Bütün bu ideolojik sapmaların kuşkusuz ki bir karşılığı vardır: Faşist diktatörlük halkın her kesimine her türden saldırısını vahşice sürdürürken, halk içindeki çelişkiler devrim ve karşı-devrim cephesinde devrimcilerin lehine keskinleşmişken, Halk Okulu Dergisi’nin halk saflarında bulunan ve mücadele veren bir kesimi karşısına alma rahatlığı, onun halk içindeki çelişkileri yanlış kavraması ve nihayetinde bu çelişkilerin devrimci savaşa aktarılması noktasında yaşadığı aşınmayla açıklanmalıdır. Bu anlamda yalnız direnmeyen değil, savaşmayan, savaşı merkezine almayan, silahlı mücadeleden kopararak tasfiyecilik saldırılarından payını alan herkes, devrimden çıkarı olan kesimlerle savaş ekseninde ilişkilenmeyen her yapı, çürümeye, yozlaşmaya mahkumdur.
Yeni Demokratik Devrim hedefini kuşanan devrimci-komünist hareketin bize öğrettiği şey bellidir ve bu noktada hiç kimsenin kafa karışıklığı yaşamaması gerekir: LGBTİ+ politik hareketi ve kesimi, devrimden çıkarı olması anlamında halk kesimlerinin içindedir, bizim ve devrimimizin dostlarıdırlar. Komünist Hareket’in görevi LGBTİ+ mücadelesini kendi mücadelesi olarak görmek, bu anlamda halk içinde ortaya çıkan geri yanlarla mücadele etmek ve tıpkı diğer halk katmanları için geçerli olduğu gibi, LGBTİ+ kesimi devrimcileştirmek ve esas düşmana karşı örgütlemektir