“Örgütlenelim Ama Nasıl?” başlıklı yazımızda kadının kurtuluş yolunda örgütlenmesinin yol ve yöntemleri, yol ve yöntemleri bulmak içinse neye başvurmamız gerektiğini ele almıştık. Bu sayıdaki yazımızda ise Marksist bakış açısının kadının örgütlenmesinde tekabül ettiği noktaları irdeleyeceğiz.
Kadının mevcut sistemde yalnızca erkek egemenliğine karşı savaşımını örgütlemek, kurtuluşu salt cinsiyet baskısına indirgemek kadın kimliğinin özgürce gerçekleşmesi bakımından eksik kalacaktır. Hatta bu yaklaşımın birçok yanlış ele alışı beslediğini görmeliyiz. Bu yaklaşım kadının cinsiyet kimliğinden kaynaklı dezavantajlı olduğu alanları bir sınır içinde görmeye varmaktadır. Bu bakış açısında ailede kadın, devlet mekanizmasında kadın, toplumda kadın başlıklarında mevcut sistemin kadına uygun hale getirilmesi istemi yatmaktadır. Burada sınıf katmanları, emperyalist kapitalist sistemde cins çelişkisi yok sayılarak kadının karşıtı olduğu erkekle eşit olması mücadelesi verilmektedir. Fakat cinsiyet eşitliğinin mevcut sistemde mümkün olamayacağı kendini sürekli kanıtlayan bir olgudur.
BURJUVA KADIN HAREKETİNİN ETKİLERİ
Kapitalizme geçişle birlikte ev ekonomisinde kadın ve erkeğin konumlarının değişmeye, kadının toplumsal üretimdeki yerinin genişlemeye başladığını görüyoruz. Ülkemizde ise kadının ev ekonomisindeki yeri yarı feodal toplumsal yapının bir sonucu olarak karmaşık bir biçimde varlığını koruyor. Feodal değerlerin etkisinin hâlâ güçlü olması kadın kitlelerini toplumsal alanın dışına, somut olarak da eve hapsetmeye devam ediyor. Ev ekonomisi bize kadının toplum ve üretimdeki ikincil konumuna dair bir veri sunmaktadır. Üretim ilişkilerinin yansımasını burada çok net görebiliyoruz. Burada özellikle ev ekonomisinde kadına dikkat çekiyoruz; çünkü kadının toplumsal üretime katılmaya başladığı anla evden kopmaya başladığı an aynı andır. Yani kapitalist üretim tarzı kadının özgürleşmesi yönünde ileriye doğru olumlu bir adımdır. Ama bu kadın ve erkek arasında üretime katılım noktasında bir eşitlik sağlandığı düşüncesini oluşturmamalıdır. Dünya kadın hareketinde bu düşüncenin yansımalarına rastladık: Kapitalizmin gelişimiyle yalnızca kimlik üzerine politikalar üretilmeye, sınıfsal çelişkiler silikleşme başladı. Bu da aslında erkek ve kadın arasındaki sömüren-sömürülen ilişkisini de anlamamaya yol açtı. Burjuva kadın ile proleter kadın, ezilen diğer sınıf katmanlarındaki kadın ayrımları altüst edilerek talepler ortaklaştırıldı. Ortaklaştırmalarda ise kadının ait olduğu sınıftaki ezilmişliği argüman haline getirildi, kadınların en kapsayıcı özelliğinin cinsel ezilmişlik olduğu vurgusu öne çıkarıldı. Ücretli-ücretsiz emek, aile üyelerinin bakımı, ev işlerinin toplumsallaştırılması gibi gündemler sanki bu sorunlar çözülmüş gibi rafa kaldırıldı.
Kapitalizmle birlikte sınıfsal ezilmişliğe de denk düşen bu sorunlar çözülmedi. Peki kadın hareketlerindeki bu değişimin kaynağı neydi? Neoliberalizm. İdeolojiler bitti yaygarasını takip eden, bazı konuların ideolojiler üstü olduğu söylemleri kadın kurtuluş sorununu da hedefine aldı. Bunu sosyalizmden geri dönüşlerden, sosyalist hareketin yenilgilerinden, toplumsal kurtuluş mücadelelerinin gerilemesinden ayrı tutmuyoruz; çünkü devrim sorunu olan bu sorun mutlaka bu gerilemelerinden nasibi alacaktı. İdeolojik-politik bir gerilemeye maruz kalmışken kitleselleşmenin “artması” abes bir durum gibi görünse de anlaşılırdır. Burada iki anti Marksist düşünce aynı yeri işaret etmektedir: Egemenlerin toplumun yarısı kadınlar için hazırladığı yeni dizayn ile burjuva kadın hareketinin tutumu neredeyse aynıdır. Egemenler “mezar kazıcıları” arasına girmesini istemediği kadınları onlara uygun bir sistem oluşturmakla kandırıyor. Burjuva demokrasisi de bunun en nadide örneklerini sergiliyor!
Kadın hareketinde bir süredir gerileme içinde olsa da ciddiye alınan bir kitleselleşme yakalandı. Kadın eylemlerinin kitlesel olması kötü bir durum değildir. Yalnızca kitlelerin neye karşı eyleme geçtiği ya da karşı olduğu şeyin farkında olması bile önemlidir. Politikleşme bu sürecin başında bir eğilim halinde olsa da vardır ve sistemli bir çalışma halinde politik bir kadın hareketi de kaçınılmazdır; ama “hareket” haline gelememiş kadın kitleleri “köpük” gündemiyle meşgul oldukça gene gündemi gibi sönümlenecektir. ABD ve Polonya’da kürtaj hakkı eylemlerinin ardından oluşan sessizlik de bunun bir kanıtıdır. Yine kadın kurtuluşunu bireyselleştirme, bireye indirgeme hali de en sık rastlanan olaylardan biridir. Tekil kadının -genelde tanınmış, ünlü kadının- yaşadıkları ekseninde bir “bilinç” pompalanıyor. Burada o kadının çıkarları tartışılmaya başlanıyor, kadın kurtuluş mücadelesi istismar edilerek bir kişiye ya da bir zümreye mal ediliyor. Toplumda ve özelde kadın kitlelerinde apaçık görünen cins çelişkisinden ziyade tekil kadının kendi dünyasındaki çelişkilerle ilgili olunduğunun bir göstergesidir. Evet kadınlar aynı zamanda kendi sınıfları içinde de eziliyor. Ama burada şu gerçeği görmemek anlaşılmazdır: Burjuva kadınlar; bunlar patron, sanatçı, devlet insanı olabilir, halk yığınlarında ve özellikle kadın yığınları içinde sempati, destek görmek için bilinçli bir şekilde cinsiyet eşitsizliğini dillendirmekteler. Kadın oldukları için bir fırsat eşitsizliğine maruz kaldıklarını söylerler. Sistemin erkek egemenliğiyle bir dertleri varsa da sınıfsal sömürüde istedikleri konumu alamadıkları içindir! Bir de kendilerine arka çıkan burjuva kadın hareketi olursa kitlelerdeki bilinç bulanıklığı artmaya devam eder. Çoğu zaman bunu geniş kitlelerin gündemine sokan da burjuva kadın hareketinin kendisidir! Meral Akşener’de bunu deneyimledik; ama bahsettiğimiz sorun yalnızca Türkiye’de yaşanan bir sorun değildir. Hatta ABD ve Batı’da gelişmeye devam eden burjuva kadın hareketinin Türkiye’deki yansımasıdır. Kadın kitlelerini esas gündeminden uzaklaştıran bu türden yaklaşımlar neoliberalizmin etkisiyle kendine daha çok alan yaratmaya devam ediyor. Bahsettiğimiz alanların sisteme ait olduğu, sınıf tutumundan uzak olduğu aşikârdır. Yani “sınıfı bölen feminizm değil” şiarı ne kadar propaganda edilse de “sınıfları birleştiren feminizm!” ifadesi daha doğru olacaktır.
MARKSİST BAKIŞIN ÖNEMİ
Burjuva kadın hareketinin beslendiği öz anti Marksizm’dir. Bu nedenle kadının kurtuluş sorununu ele alırken özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasını hedeflemez ve pratikleri de buna hizmet etmez. Anti Marksist olması çelişkiyi incelemesine ve anlamasına engel olmaktadır. Bir çelişkinin tüm yanları incelenmeksizin o çelişki hakkında doğru bir çıkarıma varılmaz.
Kapitalist ülkelerde ve yarı sömürge, yarı feodal ülkelerde kadın kurtuluş sorunu aynı değildir. Özü itibariyle özel mülkiyete dayansa da özgül yanlar barındırır. Örnek vermek gerekirse ABD ve Türkiye’de kadın kurtuluş sorunu aynı yol ve yöntemle çözülemez çünkü çelişki aynı formda değildir. Yarı sömürge, yarı feodal Türkiye’de özel mülkiyetin ortadan kaldırılması için öncelikle emperyalist tahakkümden ve feodalizmin kalıntılarından kurtulmak gerekmektedir. Çünkü Türkiye’de kadın kurtuluş sorununun özgül yanlarından biri feodalizmdir. Bu özgül yan da devrimden sonra Mao’nun dediği gibi değişecektir: “Süreçler değişir, eski süreçler ve eski çelişkiler kaybolur, yeni süreçler ve yeni çelişkiler ortaya çıkar ve buna uygun olarak çelişkileri çözümleme yöntemleri değişir.”
Kadının kurtuluşu bakımından topyekûn bir kadın ortaklığı/birliği aramak kadar çeşitli devrim aşamalarındaki ülkelerdeki kadın kurtuluşlarının da aynı özelliklere sahip olacağını ileri sürmek de subjektivizmle, dogmatizmle maluldür. Her sorun gibi kadın sorunu da sınıf farklarını içermek zorundadır ve gene her devrim gibi farklı ülkelerdeki kadınların kurtuluşu da özgünlüklere sahiptir. Her çelişki özgündür ve her ülkede kadının kurtuluşu sahip olduğu çelişkiye göre o ülkenin devrimi tarafından belirlenecektir…