Kadınlar, neredeyse her gün kadınların katledildiği, tacize-tecavüze uğradığı, yoğun emek sömürüsüne maruz kaldığı bir coğrafyada insanca yaşam için mücadele ediyor. Kadınlar; işyerinde, sokakta, okulda, en çok da en korunaklı yer diye düşünülen ev içinde şiddete maruz kalıyor. Kadınlar, yüzyıllardır her türlü yok sayılma ile sınanıyor.
Egemenler ise kadına yönelik şiddetle ilgili çalışmaları bile kadınların örgütlü mücadelesi sonucunda 1970’li yıllarda gündemlerine almak zorunda kaldılar. Bu mücadelenin kazanımlarından biri olan İstanbul Sözleşmesi ise kadın cinayetlerinin %1400 arttığı, her gün 8 kadının katledildiği, kadına yönelik her türlü şiddetin boyutlandığı ve kadınların bu duruma “Dur!” demek için sokaklara kitlesel çıktığı, mücadeleyi yükselttiği bir döneme rastlar. İstanbul Sözleşmesi hem kadınların mücadelesinin bir sonucu hem de Türkiye’nin AB’ye girme sevdasının etkisi ile imzalanmış ve 1 Ağustos 2014 yılında TBMM’de kabul edilmişti.
Sözleşmenin “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan orijinal hali Türkiye’de değiştirilerek “Ev İçi Şiddet” ibaresi yerine “Aile İçi Şiddetin Önlenmesi” geçirilmişti. Bu yolla kadını korumak yerine aile bütünlüğünün korunacağının altı çizilirken kadınlar “geleneksel kadın rolleri”ne hapsedilmek istenmişti. İstanbul Sözleşmesi, her ne kadar iktidarın sansüründen kırpılarak geçmiş olsa da kadın cinayetlerine karşı egemen sınıflara önlem aldıran, yasaları uygulamak için zorlayan ve bu doğrultuda da kadın cinayetlerini azaltmak için kazanılmış bir hak olarak önemli ve ileri bir noktada durmaktaydı.
KATİLLERİ KORUYANLAR KADIN HAKLARINI SAVUNMAZ!
Devlet-mafya eli ile işlenen, örtbas edilen kadın cinayetlerinin devlet-mafya ikilisinin suç üretme makinası olduğu daha çok gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Açık ettikleri ilişki ağının içerisine sığdırılamayacak kadar suç haneleri kabarık ve kendilerini aklama çabası ile kullandıkları her cümlede kadın düşmanlığı var. Tolga Ağar tarafından tecavüz edildiği ve öldürüldüğü belirtilen Yeldana Kaharman, AKP’li Şirin Ünal’ın evinde öldürülen ev emekçisi Nadira Kadirova, bir türlü “bulunamayan” Gülistan Doku, uzman çavuş Musa Orhan tarafından tecavüze uğrayan ve intihara sürüklenen İpek Er gibi ve daha nice kadın; devlet elemanları ve “yetkilileri” tarafından katledilmiş ve bu cinayetlerin üstü yine devlet eliyle kapatılmaya çalışılmıştır. Tecavüzcüler serbest gezerken tecavüzü lanetleyen kadınlara dava açılmıştır. Tüm bunları film izler gibi izleyen Aile Bakanı ise kadına yönelik şiddeti “tolere edilebilir” diyerek katillere, tecavüzcülere sınırsız tolerans tanındığını açıkça belirtmiştir.
Türkiye, ilk imza atan ülke statüsü ile övündüğü İstanbul Sözleşmesi’nin içinde bulunan maddeleri uygulamamak için yıllarca ayak diremiş ve nihayetinde de yine şaşırtmayarak 19 Mart 2021 tarihinde gece yarısı alınan bir Cumhurbaşkanlığı kararı ile sözleşmeden çıkma kararı almıştır. Elde edilen hakları tırpanlamakta ellerine su dökülemeyecek derecede usta olanlar, yine mücadele ile kazanılmış olan İstanbul Sözleşmesi’ni bir gecede “Ben istedim, oldu.” dercesine gasp etmişlerdir.
Ciddi bir ekonomik ve siyasi kriz dönemecinden geçen iktidar, her geçen gün çıkmaza sürüklenmektedir. Sistemi ve devleti ayakta tutmaya çalışanlar bunun faturasını yoksul halka, kadınlara, gençlere kesmektedir. Ucuz ve güvencesiz çalışmaya mahkûm olanlar, KHK ile işten atılanlar, yaşam alanlarını panzerlerin önüne yatarak savunan köylü kadınlar, “kayyuma geçit vermeyeceğiz” diyen ve her gün gözaltına alınan öğrenciler, cumartesi günleri evlatlarının akıbetini soran anneler, cinsel kimlikleri yok sayılan yasaklanan LGBTİ+’lar, zindanlarda çıplak aramaya maruz kalan kadınlar… baskı, zulüm ve şiddet sarmalı altında yaşam mücadelesi veriyorlar.
ERKEK EGEMEN SİSTEMİNİZE DAHA GÜÇLÜ YÖNELECEĞİZ
1 Temmuz 2021’de İstanbul Sözleşmesi yürürlükten kaldırılıyor. Aylardır İstanbul Sözleşmesi’nin gasp edilmesine karşı kadınlar olarak sesimizi yükseltiyor ve sokakları terk etmiyoruz. Bugün de İstanbul Sözleşmesi için mücadele etmeye, sokakları doldurmaya ve taleplerimizin arkasında durarak devlete geri adım attırmaya çalışacağız. Biliyoruz ki ezilen her kesim gibi kadınlar da ancak mücadele ederek hak elde edebilir ve ancak bu mücadelenin gücüyle elde ettiklerini koruyabilir ve geliştirebilirler. Bu mücadele olmadan ne bir sözleşme ne de herhangi bir yasanın hüküm gücü olmayacağını her zaman biliyorduk ve bugün de biliyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir sonucu olan kadına yönelik şiddetin üretilmesinde en büyük rolü oynayan faşist devlettir. Bu gerçeği ajitasyon-propaganda araçlarımızla tüm eylem ve etkinliklerde teşhir edecek, şiddete uğrayan her bir kadın ve LGBTİ+’nın sesi ve direnişi olmaya devam edeceğiz.
Şimdi sözleşmeyi yürürlükten kaldıranlar bilmelidir ki mücadelemiz ve kararlılığımız her zaman yürürlükte kalacaktır. Biz kadınlar mücadelemizi yükseltirken siz egemenler demokratik kazanımlarımızı tırpanlamakta ve kadınları susturabileceğinizi sanmaktasınız. Oysa biz daha coşkulu ve daha bilinçli olarak sokakları doldurmaya devam edecek, gasp ettiğiniz her hakkımız için erkek egemen sisteminize daha güçlü yöneleceğiz.