Son süreçte kadına yönelik saldırıların azgınlaşarak artması ile karşı karşıyayız. Son olarak bugün, Gaziantep’te yaşayan 55 yaşındaki Vesile Dönmez, oğlu Uğur Dönmez tarafından rehin alındıktan sonra vurularak, Malatya’da Selda T., 38 ayrı suç kaydı bulunan Mehmet Taş isimli erkek tarafından, Maltepe’de Aylin Sözer Kemal Delbe tarafından katledildi.
Kadın emeğine, kimliğine, bedenine yönelen bu saldırganlığa karşı öfkenin devrimci tarzda örgütlenmesinin, bilince çıkarılmasının zorunluluğunun kavranması görevi önümüzde duruyor.
Kadın cinayetleri Türkiye özgülünde son yirmi yıl içerisinde çok ciddi bir boyut kazanmıştır. Burada kadınların daha görünür olması, kadın mücadelesinin gelişmesi, medya ayağında kadına yönelik saldırıların yukarda ifade ettiğimiz gelişmelere bağlı olarak daha fazla yer veriliyor olması da önemli bir etken olarak görülmelidir.
Türkiye’de kadın cinayetlerinin önemli dönüm noktaları olmuştur. Bu toplumsal bilincin gelişmesinde de önemli bir etken olmuştur. 2004 yılında hamile kaldığı için ailesi tarafından öldürülen Güldünya Töre cinayeti buna örnektir. Yine 2010 yılında Ayşe Paşalı cinayeti buna örnektir. 2015 yılında Özgecan Aslan cinayeti toplumsal tepkinin etkin şekilde sokaklara aktığı, halkın her kesiminden insanların öfkesini topladığı dönüm noktalarındandır. Son yıllarda ise Şule Çet, Helin Palandöken, Emine Bulut, Gülistan Doku bu süreçlerde simgeleşen örneklerin başında gelmektedir. Devletin kumanda merkezine AKP’nin geçmesiyle birlikte kadına yönelik saldırıların geldiği boyut, yapılan yasal düzenlemelerle kadına karşı suç işleyenlere verilen ödül, kadınları kontrol altında tutma hamlelerini ve bunun yasal argümanlarla korunmasını da içinde barındırıyor. Katillerin özel korumaya alınması, cezasızlık, başta diyanet olmak üzere devletin tüm kurumlarından yayılan kadın düşmanı ses, toplumun tüm katmanlarında duyulur hale gelmekte kadın düşmanı anlayışlar bu biçimde cesaretlendirilmektedir.
Kadına yönelik her türlü saldırıda “namus”, “iffet”, “rıza”, “töre”, “örf”, “adet” kavramları hemen karşımıza çıkar kadının yaşamsal tüm pratiği de bu kavramlar üzerinden değerlendirilirken kadına toplumun erkek egemen yapının korunması için kölece boyun eğmesi beklenir. Boyun eğmediği her alanda kadın kimliği bu kavramlar üzerinden didiklenirken erkeğe toplumsal bu yapıya uyumlu olmayan kadına karşı her türlü saldırıda bulunma hakkı tanınmıştır.
Kadın cinayetleri politiktir şiarı sınıfsallığındandır. “Özel olan politiktir” anlayışından türemiş olan bu şiar genel olarak kullanılmakta özel olanın politik içeriğini sınıfsal özünden aldığı gerçeği yer yer gözden kaçmaktadır. Bu yer yer bilinçli bir saptırmanın burjuva, küçük burjuva anlayışların kadın özgürlük mücadelesine yön verme gerçekliğiyle iç içe gelişim göstermektedir. Oysa ki genel bir söylem olarak dilimize pelesenk olan bu şiarın içerdiği sınıfsallık olgusu irdelenmemektedir. Ancak proleter devrimcilerin sorunu böyle ele alması kabul edilemezdir. Kadına yönelik saldırılar hakim olanın tahakkümü “altındakiler” üzerinde her türlü tasarrufu bulundurmasıyla ilişkili olan burjuva sınıf ideolojisinin yansımasıdır.
Kadın cinayetleri çok yönlü saldırının bir parçası hakim sınıfların çıkarlarının ve bu çıkarların sistematik olarak korunmasının bir biçimi olarak da erkek egemen sistem kadının toplumsal konumunun sürekliliğini sağlamak içinde kullanılan sınıfsal niteliği ortaya koymaktadır. Bununla mücadele bu kapsamda bu sistematikliği görerek geliştirilmeli. Kadınlar böylesi bir düşmana karşı örgütlenmeli kadınlarda tekil kurtuluş yolu arama ya da yaratmaya yol açan anlayışlarla amansız mücadele esas alınmalıdır. Bu kapsamda geliştirilecek mücadelenin niteliği devrimci içerik kazanmalı, katledilen kadınlar fotoğraf olmaktan çıkarılmalıdır. Katledilen kadınlar öfkemiz olmalı erkek egemen sisteme karşı mücadelede, demokratik halk devrimi mücadelemizin filizlendiği cephelerimiz haline getirilmelidir.
Bir YDK Okuru