Artan ekonomik kriz ve üstüne eklenen pandemi sürecinin en can alıcı faturası bugün işçilere, emekçilere, kadınlara ve ezilenlere ödetilmeye çalışılıyor. Salgın sürecini kendi lehine çevirmeye çalışan egemenler bu süreç boyunca çıkarılan yeni infaz paketiyle kadın katillerini, tacizcileri, çocuk istismarcılarını serbest bırakmış, bununla yetinmemiş kadınların kazanılmış haklarına yönelik saldırı ve tartışmaları da gündeme getirmiştir. Erkek egemen devlet anlayışı çocuk istismarcılarını, kadın katillerini salıp, koruyup, aklarken saldırılar da bu pratikler doğrultusunda meşrulaştırılarak ivme kazanmıştır.
Son dönemde kadına yönelik artan şiddet, taciz, tecavüz vakaları bu ivmelenmenin en açık göstergesidir. 20 yaşındaki bir genç kadını zorla evine götürüp işkence ederek cinsel saldırıda bulunan Yunus Emre Çakır’ın mahkeme heyeti tarafından kadın “tecavüz sırasında çığlık atmadı” denilerek serbest bırakılması devletin ve onun aygıtlarının tecavüzcüyü (failleri) koruduğunun en somut örneklerindendir.
Artan kadın cinayetleri devletin katilleri, failleri koruyup kollaması ile erkek egemen anlayışın kadın üzerindeki tahakküm sınırını hortlatmış ve giderek yayılmasına zemin sunmuştur.
Derinleşen ekonomik kriz ile birlikte devlet failleri, katilleri koruyup aklamakla sınırlı kalmayarak kazanılmış haklara yönelik saldırıları da gündemden düşürmemektedir. Artan kadın katliamları, taciz-tecavüz ve şiddetin boyutu günden güne artarken bugün kadınların kazanılmış haklarından biri olan İstanbul Sözleşmesi’nden “Türk aile yapısını bozduğu”, “Eşcinselliğe yasal zemin hazırladığı” yönünde propaganda yapılmaktadır. Faşist devlet tarafından gündeme getirilen ve sözleşmeden çekilme durumu tartışmaya açılmıştır. İstanbul Sözleşmesi tartışmaları bir yandan da birçok kadın örgütü tarafından “İstanbul Sözleşmesi’ni uygula, kadın cinayetlerini bitir” bakış açısıyla ele alınmakta, bu sözleşmeye (varolan erkek egemen sistem ve devlet boyutuyla) abartılı biçimde misyon biçilmekte, sorunun sistemle olan ilişkisi bu bağlamda koparılmaktadır. İstanbul Sözleşmesi’nin kadın mücadelesini ileriye taşımada, demokratik mücadelenin bir parçası olması önemli bir noktada duruyor. Kazanılmış haklara yönelik saldırıların devlet tarafından gündeme getirilmesi, kadınlara yönelik uygulanan cinayetin, şiddetin, tacizin, tecavüzün zeminini sağlamlaştırmaktan erkek egemen anlayışı büyütme çabasından başka bir şey değildir.
Bu minvalde örgütlü kadın mücadelesini büyütmek ve güçlendirmek önem arz etmektedir. Örgütlü bilinç ile erkek egemen anlayışa karşı mücadele etmek bugün dünden daha fazla bir ihtiyaç haline gelmiştir. Artan kadın cinayetleri ile sokaklara, meydanlara çıkan kadın kitlelerinin öfkesi örgütlü mücadele zeminine kanalize olmadan, bu vakalar son bulmayacak, anlık öfke boyutunun sönümlenmesi ile sürekli kendini tekrar edecek bir döngünün içine hapsolacaktır. Kadın kitlelerini örgütlemek, kendiliğinden harekete önderlik etmek, bu çelişkileri iktidar perspektifiyle politik bir güce yönlendirmek görevimizdir.
Politik gücün zayıflaması/örgütlü mücadelenin zayıflaması, örgütlü kadın mücadelesinin de zayıflamasına paralel hareket eden bir durumdur. Kendiliğindenci hareketle ortaya çıkan öfke birikimini örgütlü mücadeleye kanalize edemediğimiz somut bir durumun ifadesidir. Kadın kitleleri var olan kadın mücadelesinin zayıflığından soluğu devlet aygıtının mekanizmalarında almış ama ne yazık ki bu mekanizma katilleri, failleri koruyup kollamakla kalmıştır. Örgütlü kadın mücadelesini büyütmek, kadın kitlelerinin arasında hızlıca adımlamak, erkek egemen devletin doldurmaya çalıştığı bu boşluğu kapatarak bu anlayışı parçalayacak koşulları oluşturacaktır.
DERSİM ÖZELİNDE KADINLARA YÖNELİK SALDIRILAR
Bugün Dersim’de 227 gündür kayıp olan Gülistan Doku’nun baş şüpheli Zainal’ın nerede ve neden korunduğu, Gülistan ve Zainal’ın konuşmalarına şahit olan iki kadının kim olduğu ve neden ifadelerine başvurulmadığı bilinmemekte (!) Bilirkişi raporunda Zainal’ın, Gülistan Doku’nun üzerine yürüdüğü tespit edilmiş, baraj arama çalışmalarında bugüne kadar 4 cesedin çıkmasına rağmen Gülistan’dan bir iz olmaması, intihar süsü verilerek Gülistan’a ne olduğunun üzerinin kapatılmaya çalışıldığı ihtimalini daha da güçlendirmektedir. Dersim de örgütlü mücadelenin zayıflaması ile kadına yönelik katliam, şiddet, taciz, tecavüz ve istismar vakaları ayyuka çıkmıştır. Erkek egemen devlet eliyle bilinçli bir şekilde desteklenen bu saldırılar zaman zaman açık bir biçimde kendini göstermiştir.
Son olarak Dersim’in Hozat ilçesinde Fırat Yıldız isimli bir erkek bir kadına tecavüz etmiş ve adli kontrolle serbest bırakılmıştır. Bu saldırıya karşı yürüyüş düzenlemek isteyen kadınların polis tarafından engellenmesi devletin sistemli biçimde yürüttüğü politikaların bir parçasıdır. Örgütlü mücadelenin gerilemesi vakaların her geçen gün artacağını göstermekte, örgütlü kadın mücadelesinin Dersim ve diğer tüm her yerde güçlenmesini gerektiren bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır. Dersim’de kadına yönelik artan katliam, taciz, tecavüz ve şiddet saldırılarının toplumsal boyutta genişlemesi, kitlelerin feodal bağlardan ötürü saklaması, açığa çıktığı yerlerde inkar edilip faillerin korunması, feodalizmin kadın mücadelesinde parçalanması gerektiren bir faktör olduğunu bize bir kez daha gösterdi. Genel olarak Türkiye’nin tüm her yerinden çıkan öfkeli kadın seslerinin bir orkestraya dönüştürülmesi yani örgütlü bilinci kuşanarak kadın mücadelesinin yükseltilmesi, bu melodileri bütün uğultuyu dağıtacak bir güç haline getirecektir.