17 yıl boyunca, kadınların geleneksel hale getirdiği 8 Mart gece yürüyüşlerinin bu yılki buluşmasında, devlet ve devlet güçlerinin kadınların bir araya gelmesini istemeyen ve engellemeye çalışan baskı ve şiddetine karşı, kadınlar bu saldırıyı sloganlarla, ıslıklarla protesto etmiş, haklarını savunmak için direnmişlerdi. Hatırlarsak eğer kadınların etrafı sarılarak bir alana sıkıştırılmış ve plastik mermi de dahil birlikteliği engellemek, kitleyi dağıtmak için birçok yol denenmişti. Bu saldırılar sonunda kadınların dağılıp gideceğini umanlara, kadınlar direnerek cevap vermişlerdi. “Hakkımız olandan vazgeçmeyeceğiz” dediler ve terk etmediler.
Yapılan saldırılar karşısında kadınların sloganları, alkışları, ıslıkları yine devlet sahipleri tarafından medyada büyük bir saldırı materyali olarak kullanıldı. Kadınların kararlı duruşuna karşı, dini hassaslık üzerinden seçim propagandası yapılmak istendi. Halk kışkırtılmak ve katliama dönüşecek bir oyun oynanmak istendi. Üstelik yapılan saldırılara karşı gösterilen tavrın “büyük saygısızlık”, “hadsizlik”, “ezan ıslıklandı” tarzında adice propaganda aracına dönüştürülmesi, Erdoğan ve ardından yetkisi altında olan isimlerin dillendirmesi, sonrasında ise medyada bunun propaganda edilmesiyle, kadınları, kadın mücadelesini hedef alan bir süreç yaşatıldı/yaşatılıyor.
Aslında verilmek istenen mesaj belli. İşçilerin, emekçilerin hak arama mücadelesinde, Kürt ulusunun yürüttüğü mücadele karşısında, gençlerin, LGBTİ’lerin ve düzenden rahatsızlık duyan tüm kesimlerin uğradığı baskı ve zor ortadayken, diğer ayağı olan psikolojik boyutu ile de hem mücadelelerin önüne geçilip geriletilmek istenmekte hem de toplum üzerine sirayet etmiş din argümanlarıyla diğerleri gibi kadının da yürüttüğü savaşım yalnızlaştırılmak, yok edilmek, yenilgiye uğratılmak isteniyor. Ve maalesef ki bunun için çoğu zaman devlet bizzat kendi güçlerini kullanmaya ihtiyaç bile duymadan, medya aracılığıyla da geri olanı provoke edip, hakkını arayan kadının, gencin, işçinin, köylünün üzerine çok kolay salabiliyor.
Her ne olursa olsun, hangi konu, hangi sorun, hangi yaşanmışlık olursa olsun; meseleleri, süreçleri değerlendirdiğimizde önümüze gelen toplumsal şekilleniş oluyor. Yakaladığımız bu ipucu bizi toplumsal şekillenişle birlikte yukarılara doğru, sorunun nereden geldiğine yani sisteme götürüyor. Toplumu düşmanlaştıran, kadın-erkek, Türk-Kürt, Alevi-Sünni vb. kutuplaştırmalarla kadınların yürüttüğü mücadeleler gibi sisteme düşman tüm kesimlerin yürüttüğü mücadeleler de halk kesimlerinden koparılmak için, dün “camiye ayakkabılarla girdiler”, “başörtülü bacımıza saldırdılar”, bugünse “ezana saygısızlık” gibi provakatif ve duygulara hitap eden sloganlar, yok etmek amacıyla, adeta bulunmaz fırsatlar olarak her zaman kullanılmıştır. Toplumu geriletmek, geriliği geliştirmek ve o gerilikle toplumu yönetmek. İşte 8 Mart Taksim yürüyüşünde yaşananlar ve söylenenlerin bizlere verdiği mesaj bu.
Tıpkı Maraş, Çorum, Sivas ve sayamadığımız benzeri tarihsel yaşanmışlıklara sebep gösterilen, devlet aklı ve eliyle ortaya çıkan fitneler gibi, 8 Mart ve sonrasında da böylesi bir tehlike ortaya çıktı. Bu alçakça provakasyonun buradaki adı kadın düşmanlığıdır. Ciddi saldırılar örgütlenip, katliamların yaşandığını, dediğimiz gibi sıkça gördük/görüyoruz. Dinin toplumdaki karşılığını kullanarak, mücadeleci güçlere yönelik saldırganlıklara zemin hazırlanmaktadır. Din hassasiyeti tarihin her döneminde en gerici egemen sınıflar tarafından provakasyon aracı olarak kullanılmaktadır. Faşist diktatörlükler için de din toplumun ayağına vurulan pranga ve mücadeleci güçlere karşı toplumun bir kesiminin kışkırtılması için bir araç.
İşçinin, emekçinin, gencin, LGBTİ’nin olduğu gibi kadının da, sokak eylemliliklerinin ve tüm mücadele biçimlerinin yanı sıra, toplumumuzun üzerine çökmüş olan tüm geri anlayışların yok olabilmesi için aynı zamanda sabırla, kültürel-sosyal başkalaşım ve değişimi de bu süreçte diğer mücadele biçimleriyle paralel başlatmak ve yürütmek gerekiyor. Sadece yıkılması gereken halk düşmanı bir sistemle değil, topluma ve hatta bize ait olan tüm geriliklerle savaşmak, adım adım değişim-dönüşümleri şimdiden başlatmak zorundayız.
Kadının gerçek kurtuluşunun devrimle gerçeğe dönüşeceğine inanan biz devrimci kadınlar, devletin ve onun taşeronlarının yaptığı her bölücülüğü, her iftirayı, her saldırganlığı güçlü bir şekilde karşılayabilmek ve püskürtebilmek için, halkın değerlerine, onlardaki yanlış düşünüşe, yanılgılı anlayışa sabırla, özenle ve çelişkinin özüne inerek yaklaşıp, onların güvenini kazanmak, böylelikle çoğalarak, paylaşarak kocaman barikatlar kurmak mümkün olacaktır. Yakılmak istenen büyük yangını söndürmenin yegane yolu, denizlerle, okyanuslarla buluşmaktır. Denizimize koşalım. Bıkmadan, usanmadan, yorulmadan.