Toplumsal rollerle doğduğumuz andan itibaren öğretilen erkeklik ve kadınlık hallerimiz, yaşamımızın her döneminde bize yön verir. Erkekler ve kadınlar; yapacakları işlerden, giyecekleri giysilerden, sevdikleri renklerden, okudukları kitaplardan, izledikleri filmlerden, beğeni ve ilgi alanlarından tutalım da sorunlara bakış açılarına, yorumlarına kadar hayatın birçok ayrıntısında ayrıştırılırlar. Ayrışma o kadar kanıksanır ki devrimci olduktan sonra bu ayrışmayı çok da sorgulamadan sürdürürüz!
“Çok da sorgulamadan” dememizin nedeni kısmi düzeyde, tekil sorgulamalar olabilir ancak sonuna kadar götüremeyiz. Bir şekilde sorunun “devrim sorunu” olduğu ve bu ayrıntılarla uğraşmanın şu andaki mücadelemizin önüne geçmemesi gerektiği vb. nedenler sıralandığında “esasa yoğunlaşılmak” üzere var olan durum sürdürülür, kadın ve erkek devrimciler tarafından…
Böylece toplumda olduğu gibi örgütte de erkekler için iktidar alanları yaratılır. Ve bu ayrıcalığa sahip olanlar, iktidarlarının sorgulanmasını hiçbir zaman istemezler. Çünkü bu bir “düzey ve güç” meselesidir. Ve kadınlar da bu mücadelede yer alacaklarsa ancak kendi “düzeyleri ve güçleri” oranında yer alabilirler. “Kimse onların önünü kapatmıyor”, “Kadınlar da isteseler buralara, erkeklerin geldiği yerlere gelebilirler ama ne yazık ki yeterince istemiyorlar(!)” Çünkü “zayıflar”, “güçsüzler”, “duygusallar ve duygularına göre hareket ediyorlar”, “kendilerine güvensizler”, “inisiyatifsizler”, vb. Bunun gibi daha yüzlerce belki de binlerce neden sayılabilir. Bu düzeyi yükseltme görevinin ise tamamen kadının kendisine bağlı olduğu söylenir.
Kadınların “güçsüz ve zayıf” olduğunu düşünenlere verilecek en basit, bir anlamda da en “klasik” cevap, kadının binlerce yıllık zincirlerini kırarak devrimci mücadele içinde yer alma gücünü göstermesidir. Bundan sonrası artık gücün açığa çıkarılmasıdır…
Kadınların “gücünü ve düzeyini” sorgulayacaksak eğer çıkış noktamız; onların “güçsüz ve zayıf” oldukları değil, bu gücü nasıl açığa çıkaracağımız olmalıdır. Öncelikle bu gücü açığa çıkarmak için; kadınların özne olabilmeleri, iradelerini, inisiyatiflerini, kendilerine güvenlerini kazanabilmeleri için örgütün neler yaptığı, nasıl bir eğitim sürecine girdiği önemlidir. Bu durum sorunun bir yanıyken diğer yanı ise kadınlar olarak bizlerin bu “gücü” nasıl açığa çıkarabileceğimizdir.
Gücümüzün açığa çıkarılması için öncelikle erkek ve kadın alanlarının nereler olduğunu ve bu alanların bizim gelişimimize nasıl etki ettiğini görmek gerekir. Toplumda ayrıştırılan kadın ve erkek alanları ve bu alanların örgütte aldığı biçim, kadınların neden erkeklere göre daha geride kaldıklarına verilecek cevaplardan birini oluşturması açısından çarpıcıdır.
ERKEKLERİN İKTİDAR ALANLARI NERELERDİR?
– Teori ve politika alanları erkeklerin iktidar alanlarıdır
Devrimci örgütlerde kadınların durumuna baktığımızda genelde karşımıza çıkan anlayış, “Teori erkeğin, pratik kadının işidir”. “Erkek, yönlendirir, kadın yapar” şeklindedir. Bu anlayış, toplumda erkek ve kadınlara öğretilen rollerin devrimci saflarda aldığı biçimlerdir. Kadınlar olarak bu alanlara pek giremeyiz (!) Girmek istediğimizde ise çok büyük uğraş vermemiz gerekir.
Örgütte belli bir düzeye gelip bu sınırları zorlayacak olsak, o zaman da “uğraşmamız” için “kadın sorunu” üzerine çalışmalar yapmamız, kendimizi bu konuda geliştirmemiz istenir.
Örgütümüzde ve daha birçok devrimci örgütte teorik birikimi yüksek, politik olarak gelişkin kadın sayısının yok denecek kadar az olması tesadüfle ve kadınların geriliği ile açıklanamaz. Bunun bir yanını kadınlar oluştururken diğer yanını örgütün yönlendirmemesi, alan açmaması oluşturmaktadır.
Örgüt içindeki görevlendirmelerde kadınlar “en iyi yaptıkları işlerde” yani toplumsal rollerine uygun olarak “örgütün mutfağı” dediğimiz emek yoğun işlerde görevlendirilir. Yani “kafa ve kol emeği” örgütte de “kadın ve erkek emeği” olarak bir ayrışıma girer.
– Yöneticilik, komutanlık gibi çeşitli düzeylerdeki sorumluluk alanları erkeklerin iktidar alanlarındandır
Devrimci örgütlerdeki yönetici mekanizmalara baktığımızda buraları çoğunlukla erkeklerin doldurduğunu çok rahatlıkla görürüz. Örgütümüzde de yöneticilik, komutanlık, siyasi komiserlik gibi sorumluluk alanlarında genelde erkekler vardır. Bu konuda son yıllarda belli adımlar atılsa da bir bütün olarak savaş tarihimize baktığımızda orduda komuta kademesinde yer alanlar erkekler olmuştur. Bu durum hele de savaş alanındaysa erkeklik çok daha fazla üretilir. Geçmiş deneyimlerimizi ve bugünümüzü erkek egemen ideolojinin etkileriyle incelediğimizde bunun yansımalarını çok daha net görebiliriz…
Hangi devrimci erkekle konuşursanız konuşun, erkekler kadınların yönetim kademelerinde yer almalarını, teorik ve politik olarak kendilerini geliştirmelerini ‘sözde’ savunurlar. Ama iş pratiğe geldiğinde inisiyatiflerini tanıma, boşa çıkarma, küçümseme vb. pratikler çokça tartıştığımız ve istisnasız sorumluluk alan bütün kadın yoldaşların yaşadıkları zorluklardır.
Bütün bunlardan çıkaracağımız sonuç; erkeklerin bin yıllardır kendilerine sunulan ayrıcalıklardan yani iktidarlarından kolay kolay vazgeçmeyecekleridir. Söz konusu devrimci erkekler olsa bile… Nasıl proletarya burjuvaziden iktidarı alabilmek için devrim yapmak zorundaysa biz kadınlar da öncelikle kendimizde devrim yapmalıyız… Bunun için kadınlar olarak erkeklerin iktidar alanları dediğimiz bu alanlarda yer almak için neler yaptığımıza bakmak gerekir.
ERKEKLERİN İKTİDAR ALANLARINI NE KADAR ZORLUYORUZ?
– Zorlamıyoruz…
Ailede, toplumda olduğu gibi örgütte de kadınlara belli bir çerçeve çiziliyor. Bu çerçevenin dışına çıkmak her zaman çok kolay olmuyor ve genelde de çıkamıyoruz. Kadına örgütte de belli kalıplar çiziliyor. Ve kalıplar bir süre sonra kadında da kanıksama getiriyor.
Bu sınırları zorlamaya yönelen kadınlar çoğunlukla kendini kabul ettirmenin yolunu “erkek gibi olmak”ta buluyor. Ve orada da ortaya çıkan sonuç kendi cinsine yabancılaşma oluyor. Diğer kadınlara erkek bakış açısıyla bakmaya başlayarak o da ezmeye başlıyor…
– Verilenle yetiniyoruz…
Kendi halimizden memnun olmasak da “gücü” zorlamama durumu ortaya çıkıyor. Bunun nedeni en başta kendimizde değiştirme gücünü bulamayışımızdır. Kadın çalışmasının bizde, örgütümüzde belli kazanımları olsa da çoğu zaman ‘erk’in bize verdiği kırıntılarla yetiniyoruz. Henüz ciddi düzeyde bir “gücü” zorlama durumu yok. Çoğumuz bu sınırları belli bir süre zorlayıp “belli bir düzeye” geldikten sonra bununla yetiniyoruz. Daha fazla zorlamıyoruz. Çünkü her zorlama ayrı bir sorumluluk getiriyor. Yıllardır başkalarının yönlendirmesine alışan biz kadınlar kimi zaman çok fazla sorumluluk almak istemiyoruz. Zaten politika üreten, yönlendiren birileri vardır. “Ben pratik işlerde daha başarılıyım. Bu şekilde örgüte daha faydalı olabilirim” gibi anlamsız düşüncelerle bize verilenle yetiniyoruz. Ve aslında katabileceğimiz daha çok şey varken kendimizi yine dar dünyalara sıkıştırmış oluyoruz.
– İktidara, otoriteye tabi oluyoruz…
En çok yaşadığımız sorunlardan biri de otoriteye tabi oluşumuz. Tabi olma geleneksel kadınlık rollerimiz içerisinde en köklü olanlardan… Bunu belli boyutlarla devrimci saflara taşırız. Ailede her şeyimizin başkaları tarafından belirleniyor olması, yaşamımız hakkında birilerinin söz sahibi olması, örgütte de kendimize güvenebileceğimiz, bağımlı olacağımız kişiler bulmaya yönlendiriyor bizi. Burada da onun sözü bizim için her şey oluyor. Tabi olma; sorgulamadan otorite, güç olarak gördüğümüz kişilerin dediklerini doğru olarak kabul etmedir. Doğallığında tabi olduğumuz bir iktidarı da zorlamayız.
– Müdahalede yetersiz kalıyoruz…
Müdahalesizlik, kadınların en sık aldığı eleştirilerdir. Müdahale edebilmek belli bir güç ve kendine güven gerektirir. Kendine güvensiz yetiştirilen biz kadınlar gücü genelde erkekte görürüz. Ve yanlışı gördüğümüz halde bir şeye müdahale etmekte çok zorlanırız. Haklı olsak da ya kendimizi geri çekeriz ya da müdahaleyi başkasından bekleriz.
– Tartışmalarda esası belirleyen olmuyoruz…
Herhangi bir teorik tartışmada yada faaliyetimizi, pratiğimizi tartıştığımız toplantılarda yada ikili üçlü polemiklerde genelde belirleyici olamıyoruz. Kıyıda , köşede yardımcı pozisyonda kalıyoruz yada dinleyici oluyoruz. Kimi zaman da o ortamdan çıkmayı tercih ediyoruz…
– Kadınlar bekleyen, erkekler talep eden pozisyondalar
Kadınlar genelde kendilerinin görülmesini bekler. Herhangi bir haksızlığa uğradığında yoldaşlarının bunu görüp düzeltmesini bekler. Herhangi bir şeyi yapabileceğini düşünse de kendine güvenip söyleyemez. Birilerinin onu görmesini bekler. Gerilla alanından somut bir örnek vermek gerekirse… Geçtiğimiz bir dönemde kadın ve erkek yoldaşlar birim komutanı olarak atanırlar. Birim komutanlarının belirlenmesi sürecinde yoldaşların önerileri alınır. Burada bir erkek yoldaş, kendini birim komutanlığına önerirken aynı düzeydeki bir kadın yoldaş ise kendini önermez. Bir anlamda örgütün görmesini bekler. Sonuçta da öyle de olur(!) Kadın yoldaş, örgütün değerlendirmesi sonucu birim komutanlığına atanır.
Bu birçok alanda böyle yaşanmaktadır. Kadın hak ettiğini düşünse de kendini bir göreve hele de bu bir üst düzeyde yöneticiliği getiriyorsa genelde kendini önermez, kaygıları öne çıkar, örgütün görmesini bekler. Oysa erkek yoldaş hak ettiğini düşündüğünde talep etmekten çekinmez. Bu durum partide de böyledir. Parti aday üyeliği için kaç kadın yoldaş kendini önermiştir? Burada da partinin görmesi beklenir….
Sonuç olarak bize çizilen kalıpların dışına çıkmıyoruz ya da çıkamıyoruz. Bunun nedeni, yıllarca bize öğretilen kadınlık rollerinden bağımsız değil elbette. Verilenme yetinme, daha fazlasını istememe durumu çok yoğun.
Oysa yaşamda birçok bedel ödeyerek savaşa katılan kadının örgütte de bu savaşımını sürdürmesi gerekir. Aksi, toplumda kendisine verilen “ev”ini belli boyutuyla örgüte taşımak olur.