“2017 yılında Amerikalı bir oyuncunun #MeToo yazarak paylaştığı, uğradığı cinsel saldırıyı anlatması üzerine başlayan taciz ve tecavüzcülerin ifşasını içeren açıklama kısa sürede bir kadın hareketine dönüştü ve tüm dünyada yayılmaya başladı. Kadınların tacize karşı uluslararası MeToo (Ben de) hareketinin Türkiye’deki yansımaları ise kaçınılmazdı. Kadınların edebiyat ve yazar çevresinde “uykularınız kaçsın”, “susma bitsin” şeklinde sloganlaştırdıkları isyanları, ifşa eylemleriyle sürüyor. Çeşitli tarihlerde ve çeşitli çevrelerde (camialarda) aydın, sanatçı, yazar, gazeteci, çevirmen ve diğer birçok yerde kadınlar kendi işyerlerinde ve yaşam alanlarında burjuva feodal düzenin çürümüş kadın düşmanı ikiyüzlülüğünün ayrıcalıklarını sınırsız kullanan erkekler tarafından tacize uğradıklarını cesaretle ifşa ediyor. Maruz kalınan taciz ve diğer saldırıların ve yıllarca susmak zorunda kalmanın yarattığı tahribat kadınların dayanışması ve birbirine güç katması ile aşılmaya çalışılırken bu hareket erkek egemen, kadın düşmanı anlayışları ifşa etmekten korkmayan bir öfkeyi barındırıyor.
Bu öfke karşısında erkek egemen anlayışın sahiplerinin ve tüm tacizci erkeklerin korku ve paniklerine, dayanışma ve destekçiliklerine, safları sıklaştırma eğilimlerine de tanıklık ediyoruz. Bu tutumun bir korku, endişe ve kaygıya tekabül ettiği açıktır. Edebiyatı, sanatı, sanatçıyı, kitabı, yazarı, savunmak ve korumak adına gösterilerilen duyarlılığın “erkek dayanışması” ile içeriklendiğini belirtmeliyiz. Kadınların bin bir mücadeleyle kazandıkları ve bir ilkeler bütününe çevirdikleri birçok değerin tahrif ve dejenere edilmeye, sulandırılıp sorunun özünün karartılmaya çalışıldığı görüldü. “Masumiyet karinesi” olarak kodlanan “suç ispatlanana kadar kişi masumdur”, “kadınlar da masum değiller” hatta “hiçbirimiz masum değiliz” vb. temellendirmelerin “erkekliğin” üstüne atılan örtü haline getirildiğini görüyoruz. Kadın düşmanlığı ile şekillenen bilinç, tutum ve pratiklere karşı kadınların cüretle giriştiği mücadele bu şekilde bir noktada kırılmaya çalışılmaktadır. “Hazır söz almışken”, “bir vesile ile fırsat bulmuşken” (ki her zaman mikrofon bulurlar) edinilen “itibarlı” ve “otorite” kimliklerin avantajını küstahlığa çevirerek neye kime hizmet ettiğiyle hiç ilgilenmeden erkekliğin pervasızlaştığı genişlikten bahsediyoruz. “Malum olan bu entelektüel işi” söylem ve yaklaşımlara ne kamuoyu ne de devrimci camia yabancı değil.
EZİLENLERİN ÖFKESİ GERÇEKTİR, “MASUMDUR!”
Kamuoyuna yansıyan, çok ciddi düzeyde gündem de olan Hasan Ali Toptaş’ın bir tacizci olduğu, kadınların beyanları ve kendisinin de örtük şekilde olsa da onayıyla açığa çıktı. Yirmiden fazla kadının tacize uğradığını açıklayarak ifşa ettiği tacizci Hasan Ali Toptaş’a bu açıklamaların ardından örgütlenen tepki, belli sonuçlar da verdi. Bu eylem H. Ali Toptaş’ın kitabının basılmamasından, kitaplarının alınmaması, okunmaması vb. yaptırımlarla hem kadınlar cephesinde hem de toplum nazarında karşılığını buldu. Hasan Ali Toptaş örneğinde ifşa, teşhir, tecrit eylemlerinin amaçlarından biri olan kadın düşmanı pratiğin sahibi olanların kendilerini var ettikleri koşullar ters yüz oldu ve bu eylem özgülünde kampanya başarıya da ulaştı. Erkek egemenliğinin kadın düşmanı yaklaşım ve anlayışlarının tacizci ve tecavüzcülerin toplumda teşhir olması, kendini iki yüzlü biçimde var ettiği zemini ayaklarının altından çeken bu eylem ve kampanyalar çok yönlü tartışılabilir nihayetinde de tartışılmaktadır. Bunun toplumsal bir bilinç, “erk” anlayışa karşı bir ilerleme sağlama durumu vardır.
Muzaffer Oruçoğlu’nun önce bir twitle başlayan sonra Gazete Patika’da yayınlanan makalesi ile boyutlanan, daha sonra Komün TV’de yapılan programla tırmanan tavrı ise kesinlikle gözden kaçırılmamalıdır. Tacizin ifşası ve sonuçlarına eleştiri yapılırken, yaşama bakış açısı tüm gerçekliğiyle ortaya çıkmıştır. Oruçoğlu, tacizin ifşa edilmesi karşısında Hasan Ali Toptaş’ın “eril faillik” olarak tanımladığı savunusunu samimi bulduğunu ve konunun kapatılmasını istemiştir. Daha sonra Hasan Ali Toptaş’ın edebi üretimlerinin, yazarlık kimliğinin korunması ve tacizle ilgisi olmadığını söylemiştir. Bu tutumuyla daha ilk andan itibaren tacizin destekçisi, sanat adına tacizciyi korumaya çalışan bir limana demirlemiştir. Kadına yönelik tacizin toplumsal dayanaklarını, ezen-ezilen ilişkisinin bir sonucu olduğunu unutarak kadın düşmanlığını tercih etmiştir. Konuya dair savunu ve retlerini yaşamı ve dünyayı, insanı ve doğayı, kadını ve erkeği, aşkı ve sevgiyı, sınıflar mücadelesini ve kadın özgürlük mücadelesini burjuva dünya görüşüyle süsleyerek oluşturmuştur. Ancak bunlar içinde affedilmeyecek olan kadın kimliğine yönelik saldırısıdır. Hasan Ali Toptaş’ın “iyi bir edebiyatçı” olması ya da “değerli bir yazar” olması, eserlerinin günahkar olmadığı savunusu üzerinden tacizci olduğu gerçeğinin üstü örtülemez. İşlediği suç iyi yazarlık, iyi edebiyatçılık vb. ile affa uğratılamaz. Kadınların tacizciye karşı öfkesi bu savunmalarla linç olarak gösterilemez. Hiçbir sanat eserinin tarih, toplum ve insanlık için hükmünün ne olduğunu kişilerin görüşleri belirleyemez. Ezilenlerin öfkesi, tepkisi ve hareketi bu gerekçeyle baskılanamaz. Toplumsal mücadelede ezilenlerin öfkesinin, tepkisinin boyutu velev ki abartılı olsun, bu mücadele içinde haktır ve ezilenler için zararlı değildir. Tam tersine iyileştirici ve devrimcidir. Oruçoğlu eski bir Maoist olarak bunu bilmez değildir. Yine tarihin seyri içinde kimin iyi edebiyatçı olduğu, sanat eserinin değerinin ne olduğu hükmünü doğal olarak tarih kesecektir.
DÜŞÜNCELER ÇIKARLARDAN SOYULDUĞUNDA HER ZAMAN GÜLÜNÇLEŞMİŞTİR!
Kadının ve erkeğin tarihsel ve toplumsal gerçekliği, içinde yaşanan toplumun niteliği, kadın ve erkeğin toplumsal cinsiyet rolleri, toplumsal cinsiyet ilişkileri ve onun barındırdığı eşitsizlik ilişkisi, bu eşitsizliğin bir cinsin bir başka cins üzerinde baskı ve egemenliğe dayandığı, bunun sınıflı bir toplum gerçeği olduğu anlaşılmadığında yaşananlar da, kadın hareketinin tepkisi de anlaşılamaz kuşkusuz. Bu kavrayışsızlık kadının kimlik savunusunu namus bekçiliği olarak yaftalamaya, “aslında her iki cinste, ‘özgür özgür’ takılsa bu sorunlar oluşmayacak” minvalinde sonuçlara varan “moda deliliği” dünya görüşüyle temellendiren “ilericiliğe” yol açar. Oruçoğlu, kadına yönelik “kucaklarım, öperim” diyerek tam da taciz tartışmasının ortasında sarfedilen sözlere gelen tepkiyi “gerici, namus bekçiliği” argümanıyla karşılayan başka saldırganlık içine de girmiştir. Verilen bilinçli tepkiyi, gösterilen hassasiyeti mücadele içerisindeki kadınların konumunu küçümseyerek, toplumun gerici değer yargılarına hapsolmuş, iki yüzlü ahlak anlayışının savunucusu, bekçisi vb. ile itham etmek kadınların onca kazanım ve gelişiminden haberdar olmamakla ilgili değil, kendi bilinçsel açmazının bilincinde olmamakla açıklanabilir. Erkek kibriyle ilk defa karşılaşmayan kadınlar bu düşüncelerin altında yatan sınıfsal ve cinsiyet çıkarlarının farkındadır. Bir tacizciyle gösterilen dayanışmanın altında cinsiyet kimliğinin çıkarlarını ve ayrıcalıklarını koruma güdüsü yatmakta bu doğrudan burjuva feodal düzenin sahiplerinin çıkarlarını koruma anlamına gelmektedir. Oruçoğlu kadın özgürlüğü yerine “kendinden menkul edebi çalışmaların” özgürlüğü adı altında “erkekliğe” koruma zırhı oluşturmuştur. Özgürlük ve diğer bütün kavramların düşünsel savunusu ancak dayandığı çıkarlar anlaşıldığı ölçüde kavranabilir. Ortaya çıkan sorunu basitleştirmek, normalleştirmek, cinsiyet eşitsizliği yokmuş gibi bu eşitsizlik bir kimlik yaratmıyormuş gibi davranmaya kalkan herkes, erkek egemen anlayışın çıkarlarına hizmet ediyor demektir. Muzaffer Oruçoğlu taciz tartışmasının ortasında erkek egemenliğe destek vermiş, kadın mücadelesini aşağılamış, kadın düşmanlığı ateşine odun taşımıştır.
Ancak kadınların ifşa ve taciz eksenindeki mücadelesinde Oruçoğlu’ndan daha büyük sorunları vardır. Oruçoğlu tavır alıp, yaklaşımı teşhir edilerek esas ve asıl gündeme yoğunlaşmak gerekmektedir. Zira başta devrimci mücadele cephesi olmak üzere toplumun ve mücadelenin her alanında açık ve acımasız bir taciz gerçekliği ve bunun yıllarca korkuyla, endişeyle saklı kalması durumu vardır. Daha örgütsüz ve dağınık geniş kadın kitlesi ise bu sorunlarla günlük karşılaşmakta ve her gün kimlikleri, kişilikleri bu şekilde parçalanmakta, erkek egemenliğinin saldırısına maruz kalmaktadır. Hasan Ali Toptaş ve daha birçok “bilinçli”, “hassas”, “eğitimli” tabakanın, güç ve olanaklarına yaslanarak erkekliği ürettiği bir siyasal, kültürel, toplumsal zeminde bulunmaktayız. Tam da burada popülizm ve popüler gündemler ekseninde politikaya ilgi ve siyasal mücadeleye değinmeden geçmeyelim. Malum içinde bulunduğumuz süreç kadın özgürlük mücadelesi cephesinde ve sınıf mücadelesi içinde hangi anlayışla politikayla ilişkilenildiğini açık eden bir süreçtir. Günlerdir sosyal medya mecrasında gündem olan bu konunun politika üretme tarzında ortaya çıkan hastalıklı yaklaşımları da barındırdığını bu konuya kamuoyunda gelişen ilginin popüler siyaset anlayışından menkul olduğunu kabul etmeliyiz. Kadınların ve sınıfın diğer gündemlerinin bu popüler olan gündemlerin hep gerisinde kaldığı, devrimci kurumlar başta olmak üzere tüm demokrat ilerici yurtsever güçlerin alabildiğine bu gündemle meşgul olduğu, ezilenlerin diğer esas gündemlerinin bu popüler politikaların sosyalliği içinde boğuntuya uğradığına dikkat etmek gerekmektedir. Hasan Ali Toptaş bir tacizci olduğu, M. Oruçoğlu’nun erkek dayanışması gösterirken kadınları taciz ettiği ve bu durumun kadın düşmanı bir anlayışı barındırdığı, Patika Gazetesi ve Komün TV’nin ise devrimci değerler ölçüsünde yapması gereken yayıncılık anlayışına uygun davranmadığı ortadadır. Evet, biz kadınların M. Oruçoğlu’ndan çok daha ciddi sorunlarımız var. Bu bakımdan M. Oruçoğlu kolay lokma dahi sayılır, düştüğü yerden çıkma özgürlüğü ona aittir ancak hakkında kadınlar cephesinde hüküm verilmiştir. Hükmü değiştirmek ise yine kendine bağlıdır.
KADINLARIN ÖRGÜTLÜ ÖFKESİNİ, TÜM SALDIRILARA KARŞI AYNI BİLİNÇLE ÖRGÜTLEYELİM!
Hasan Ali Toptaş’ın ifşa edilmesi eyleminde kadınların birlik ve dayanışmasının yarattığı büyük güç açığa çıkmıştır. Kadının tarihsel haklılığından doğan devrimci enerjisi kamuoyu yaratma, erkek egemen anlayış ve saldırıları püskürtme, kadın düşmanı politikalara geri adım attırma gücüne dönüşmektedir. Kadınlar bu cesareti kendi özünde, tarihsel öfkesinde, sisteme karşı kininde bulmaktadır. Biz bu gücü daha önce kürtaj yasaklarında, nafaka yasasının kaldırılması saldırısında, Özgecan için yapılan eylemlerde ve daha birçok kadın öfkesinin patlama odaklarında görmüştük. Erkek egemen anlayış bu açıdan kadınların gücünden korkarak hareket etmeye devam etmektedir. Gücümüzün taciz ve tecavüz gibi cinsel saldırının bedelinin ödettirilmesinde açığa çıkması etkili şekilde kullanılması kadın düşmanı tüm sınıf, grup, örgüt, yapı, anlayış ve kişilerin kabusu haline gelmiştir.
Ancak aynı gücün kadınların diğer gündemlerinde daha da örgütlü ve dinamik düzeye ulaşmadığı ise bir gerçektir. Toplumsal ve tarihsel kadın öz gücümüz kimi popülist, simgesel yer yer göstermelik eylem anlayışlarıyla sınırlı kaldığında kadına yönelen işsizlik, yoksulluk, emek sömürüsü, örgütsüzlük, ulusal baskı, katliam ve kıyımlarda, devrimci kadınlara sistematik olarak yönelen devlet şiddetinde aynı etkiyi yaratamamakta daha doğru ifadeyle kadın dayanışması bu konular özgülünde aynı bilinç ve iradeyle örgütlenememektedir. Bütün alanlarda elbette bizi güçlü kılan olanaklara yaslanma hakkımız tereddütsüz korunmalı/kullanılmalı, eksik kaldığımız sorunlar karşısında kadınların öfkesinin örgütlenmesine yönlendirmeli ve oralarda daha güçlü kılınmalıdır.
Dersim’de ölümsüzleşen Rosa (Fadime Çakıl) ve Asmin (Gökçe Kurban) yoldaşların devletin vahşi saldırılarıyla katledilmeleri, Asmin yoldaşın başının kesilmesi karşısında oluşan sessizlikte görülmelidir ki kadın dayanışması, kadın bilinci, kadın öfkesi, ezilen sorumluluğu, kadın duyarlılığı aynı inançla örgütlenememiştir. Muhakkak ki bunun kolay olmadığının, içinden geçilen sürecin çok çeşitli çelişkiler barındırdığının farkındayız. Ancak kadınların iradesiyle var olanın tersyüz edileceğine ve kadınların gücüne inanıyoruz. Bir tacizcinin ifşa edilmesinin bir kadın için ne kadar zor olduğunun, aynı tacizcinin cezalandırılmasının erkek egemen sistem eliyle ne kadar kolay engellenebildiğinin sabit olduğu burjuva feodal toplumda iş örgütlü devlet şiddeti, emek sömürüsü olunca o kadar çetrefilli ve zor hale gelmektedir. Karşımızdaki güç ne kadar örgütlü olursa mücadelemizin o düzeyde keskinleşeceği açıktır. O sebeple kimi gündemlerde daha hızlı ve etkili mücadele edip sonuç alırken aynı iradeyi göstermediğimiz alanlarda güçsüzleşiyoruz. Buna izin vermemeliyiz. Tablomuz, gücümüzü kavramamıza yol açarken öz gücümüzü esas olarak hangi cepheye yönlendirmemiz gerektiğini de bize gösteriyor. Esasımızın karartılmasına, tekil düşmanlara yoğunlaşarak popülerin peşinde siyaseti devrimcilerin modası haline getirilmesine ve kadınların tarihsel düşmanlarının bunu fırsata dönüştürmesine izin vermeyelim. Buradan kadınların tacizcileri ifşa etmemesi gerektiği anlamını çıkarmaya çalışanlara ise yanıtımız çok açıktır: UYKULARINIZ KAÇSIN, KADINLAR ÖFKE VE İSYAN BİRİKTİRİYOR, MÜCADELEYİ BÜYÜTÜP İLERLETİYOR.
YENİ DEMOKRAT KADIN”