25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nü geride bırakırken Halk savaşında ölümsüzleşen Rosa (Fadime Çakıl) ve Asmin (Gökçe Kurban) şahsında faşist devletin; mücadelenin en ön saflarında, en yüksek düzeyde örgütlenmiş kadınlara yönelik düşmanlığını savaş politikasının en vahşileriyle görmekteyiz. Bu süreç kimi gerçeklerin incelenmesini gerektirmekte, kadın kurumlarına şu soruyu sormamızı sağlamakta. Katledilen her kadını isyan çığlığına dönüştürme çabasında olan devrimci, demokrat, ilerici kadın kurumları ve feministler cephesinde yani genel olarak kadınlar cephesinde bu vahşi, faşist, kadın düşmanı, saldırı karşısında nasıl bir tavır alınmıştır? Kadın özgürlük mücadelesinin geleceği için sorgulama yapıldığında net fotoğraf; görmedim, duymadım hali ve suskunluk.
Elbette bu sorgulama ve sorular tüm devrimci, demokrat, ilerici kurum ve yapılar açısından da yapılabilir/sorulabilir. Ancak kadın cephesinde sorgulama sınıf ve kadın mücadelesi içinde özel bir yer kapladığı için çok daha önemli olmakta. Toplumun büyük bir korku iklimine sokulmaya çalışıldığı, baskı, şiddet, yasaklama, tutuklama, işkence yöntemleriyle halkın öfkesinin önüne, karşı devrimci zorla set örülmeye çalışıldığı böylesi bir süreçte kadın kurumlarının dayanışma ruhunda ortaya çıkan yabancılaşma olgularına, kadın direnişlerinin sahiplenilmesi sorununa, kadın düşmanı politik şiddete karşı mücadelelerde kadın bilincine, kadın sorumluluğuna değinilmemesi doğru olmayacağı gibi devrimci kadın sorumluluğumuzun da inkarı olacaktır. Bu sebeple Rosa ve Asmin yoldaş şahsında örgütlü, savaşçı kadınlara yönelen şiddete karşı sadece sahiplenilmelerinin zayıflığına değil tam bir görmezden gelme ve suskunluğa boğulma halini ve bu durumdan nasibini almış başta devrimci kadın kurumları olmak üzere ilerici gördüğümüz tüm kadın örgütlerini, kadınların birlik ve mücadelesine olan inancımızla eleştirme hakkımızı kullanıyoruz. Her ne kadar dayanışma ve sahiplenme özgülünde bir tartışmaya ihtiyaç duyulsa da devletin katlettikten sonra başını kestiği Asmin yoldaş şahsında ortaya çıkan tablonun kadın olmanın, ezilen olmanın, tutarlı demokrat olmanın sorumlulukları başlığında da ele alınması ve sorgulanmasını esas nokta olarak görüyoruz.
BİR KADIN İÇİN SAVAŞMAK, SAVAŞAN KADINI SAHİPLENMEK!
Kadınların her gün katledildiği, cinayetlerin sistemli ve örgütlü biçimde sürdüğü, kadının erkek şiddetinin “kurbanı” haline geldiği bu süreç, olağanlaşan, normalleşen, hatta gösterilen refleksler bakımından bir alışkanlığa dönüşen, sistematik olarak kendini yeniden üreterek tüketen ve çoğu yerde kabullenişleri barındıran anlayışları da ortaya çıkardı. “Ölmek istemiyorum” yalvarışları sloganlaşırken aman dilemeyen kadınlar görünmez kılındı. Katledilen kadınların fotoğrafları sosyal medyada paylaşılarak duyarlılık ve mücadele çağrıları eşliğinde katliamların önlenmesi için kadınların seslerine yankı aranır hale geldi. Bu yankı arayışları kadının özgürleşmesini sistem içi çözümlerde arama çizgisinden menkul biçimde ilerlemekte iken kadın kimliğine yönelen saldırıların kimi yasal düzenlemelerle çözüleceği anlayışları pekiştirildi. Yasal değişiklik talepleri uygulanıp uygulanmadığına bakılmaksızın, devletin niteliğinin görülmemesi eşliğinde reformsal değişiklere havale kolaylığına sığınarak şekillendi. Kadına yönelik şiddet, kadın özgürlük mücadelesinin etkin politik gerekçesi haline gelirken kadın cinayetlerinin durdurulması, yaşama hakkı, insan hakları, kadın ve erkeğin eşitliği vb. kapsamlarında çok yönlü politikalar, bu politikaları yaşam buldurmak için kurulan ortak mücadele platformları vd. oluşmuş durumda. Faşizme karşı birleşik mücadele siyaseti bir yanda örgütlenirken tüm kadın kurumlarının dillerine pelesenk olmuş mücadelenin olmazsa olmazı olarak görülen faşizme karşı olmasa bile erkek egemen şiddete ve kadına yönelen her türlü şiddete karşı “kadın dayanışması”, “kadınların birbirini sevmesi”, “birbirimiz için direniş ve mücadele” şiarlarının içerik ve özlerine dair söylenmesi gerekenleri söylemek kaçınılmazdı. Her bir kadına yönelen şiddete karşı ses olmak, bütün bu çığlıkları birleştirmek neden başarılamıyor? Bu sorgulama şu soruları sormamızı da koşulladı.
Feminist, sosyalist feminist, Marksist feminist ya da devrimci kadın örgütleri ya da yurtsever kadın kurumlarının kadın şiddetinin son bulması ya da kadın cinayetlerinin durdurulması anlamında izledikleri siyaset nedir? Bu siyaset faşist devlet şiddeti karşısında ne olmaktadır? Devlet şiddeti Kendine yöneldiğinde alınan tutumla başkasına yöneldiğinde siyaseten değişen nedir? Dayanışma ve birlikte mücadele nasıl örgütlenecektir?
Bu yıl 25 Kasım’ın şiarlarına yansıyan politik içerik “birbirimiz için”di. Kadınların dayanışma ve birlikte mücadelesine vurgu ile kadınların eşitlik, özgürlük için ortak eylemi ve direnişi öne çıktı. Kadınların ve genel olarak ezilenlerin birlik ve mücadelelerine yapılan bu politik vurgu söylem bağlamında olsa dahi çok değerlidir. Ancak yakıcı olan kadınların birlik ve dayanışmasını zehirleyen “mış gibi” kimi olgulara vurgu yapmadan geçmemek gerekmektedir. Ve ancak o zaman dayanışma birlik ve mücadele dediğimiz şeyin içeriğinin yani niteliğinin ne olduğu da daha anlaşılır olur. Kadınlara yönelik saldırıların vardığı boyut göstermelik, sözde olguları kaldıramayacak kadar ağırlaşmıştır.
Başta feminist kadınlar özgülünde başlayıp gelişen bir kültürle karşı karşıyayız. En özünde kadınla erkeği karşı karşıya koyarak kadına yönelen saldırıyı özel alana hapseden ve tekil erkeğin vandallığına bağlayan anlayış çıkış noktasından başlayarak kadınları da örgütlü ve bağımsız, karma örgütlerde örgütlü ve kadın kurumlarında örgütlü diye ayıran feminist kadınları kendi cinsiyet kimliğini seven ve dayanışma içerisinde olarak kodlarken karma örgütlerde olan kadınları cinsiyet bilincinden yoksun ve erkek gibi damgalayan nihayetinde kadını da kadınla karşı karşıya getiren anlayış serpilip büyümüş kadınların tüm mücadele alanlarına sirayet eden bir boyut kazanmıştır. Peki bunca kadınsallığın vurgusu yapılırken savaşçı kadınlara uygulanan şiddete karşı neden sessiz kalınmaktadır, neden?
Kadınlar birlikte mi, güçlü mü? Neden yaşasın kadın dayanışması? Nerde kadın cinayetleri politiktir anlayışı? Özel olan politikken neden en yüksek düzeyde uygulanan örgütlü, politik şiddete karşı sessizlik? Dayanışmaya neden ihtiyacımız var? Dayanışma ne zaman aklımıza geliyor, ya da gelmiyor? Tekil erkeğin şiddetine öfke kusulurken, savaşan kadınlara yönelik erkek egemen devlet şiddetine karşı umursamazlığın sebebi ne? Nerede kadınların isyan çığlıkları…
En başta kendimize sorduğumuz bu soruları, dileriz başta devrimci kadın örgütleri olmak üzere tüm ilerici kadın kurumları kendine sorma cesaretinde olur açık ve samimi şekilde kendi gerçeğiyle hesaplaşma olgularını gözden kaçırmadan yanıtlama cüretini gösterir. Bunun yanı sıra elbette tüm örgütleri bir ve aynı görmüyoruz bunun için de devrimci çizgide kadın çalışması yapan kurumlarla diğer örgütlenmelerin yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gerçekler karşısında sorumluluğunu eşitlemiyoruz. Her kadın kurumu iddiasına uygun kendini sorguladığında kadının kurtuluşu için çıkaracağı çok önemli sonuçlar bulacaktır.
SABAHA GÜNEŞ OLANLAR VE SUSANLAR!
Asmin ve Rosa yoldaş sabaha güneş olurken üzerine ateşten bir gömlek giydiğinin bilincinde insanlığın kurtuluşu sorununa cepheden en net yanıtı verirken başını koymuştu umut adına, gelecek adına bu sebeple onun başının kesilmesinin mücadele içerisinde karşılığı bellidir. Ancak kadına yönelen şiddet karşısında “susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” şiarının karşılığı neden devrimci kadınlar söz konusu olduğunda suskunluğa dönüşüyor. Anlaşılan odur ki en demokratik, insani ve kadın değerleri açısından bile savaşan kadınların sahiplenilme sorunuyla karşı karşıya kalması devrimci mücadeleye uzaklıkla ilgili değil tutarlı bir kadın özgürlüğü savunusuna dahi yabancılık ve çürümeyle ilgilidir. Kadını ve erkeği cinsel kimliğine hapseden özel olanın politik içeriğine vurgu yaparken politik olanın toplumsal ve sınıfsal niteliğini gizlemeye çalışan bir anlayışın ürünü ve sonucudur. Devrimci kadınlar söz konusu olduğunda suskunluk, duyarsızlık bu duyarsızlığın özündeki duruşsal tutarsızlık, niteliksel boşluk kadının özgürleşme mücadelesinin önünde en önemli sorunlar haline gelmiştir. Kadınlar, kadın kurumları bir ayrışma ile daha karşı karşıyadır. Sabaha güneş olanlar ve susanlar! Bu ayrım en temel ayrışmanın ideolojik yansıması olarak da kavranmalıdır.